Son zamanlarda adı sık sık duyulan ve kendisiyle ilgili çokça konuşulan bir konudan bahsetmek gerekirse o da “Beden Algısı Bozukluğu” ya da diğer bir adı ile “Vücut Dismorfik Bozukluğu”dur. Peki, “Nedir bu bozukluk?” derseniz eğer size şöyle açıklayabilirim: Bireyin vücudunda bir kusur olmamasına ya da ufak kusurlar olmasına rağmen bu kusurlarını gözlerinde ve zihinlerinde çok büyütüp sürekli çok çirkin, çok zayıf ya da çok kilolu düşünmelerine yol açan bir rahatsızlıktır.
Bu rahatsızlıklara sebebiyet veren birden fazla faktör vardır ki bunlar şöyle sıralanabilir: Aile, iş, arkadaş ve kalabalık organizasyon ortamları. Tabii ki sosyal medya da büyük rol oynuyor. Özellikle sağlıklı beslenme ve fitness endüstrisinde çokça adı duyuluyor. Eskiden çok adı duyulmasa da artık bunlar konuşulmaya başlandı. Peki, başlandı ama yol alabiliyor muyuz?
Siz de bilirsiniz ki her yaz dönemine yaklaştığımızda özellikle kadınlar “zayıflamak” uğruna günlerce çok az kalori alıp kendilerini aç bırakıyorlar çünkü bunun “güzel” olmanın koşulu zannediyorlar. Bunu bu yazının yazarı olarak dürüstçe söylemeliyim ki ben de bu insanlardan biriydim ve hatta arada hala aynalara takıldığım oluyor. 10 yaşımda diyetisyene gitmeye başlamıştım çünkü bana “Haşimato hastalığı” teşhisi konulmuştu. Çok acı ki sırf diyetisyenim tarafından “kabul görmek” ve “güzel olmak” için diyetisyen randevumdan 2-3 gün önce Youtube’dan “2 GÜNDE 2 KİLO VERDİREN HAREKETLER” videosunu izlemiştim. Ergenliğimin başlarında sebze detoksları mı dersin, patates detoksu mu dersin; misafirlerin yanında az yemek mi dersin…
Evet, birçok insan gibi bana da bunlar çocukken işlenmişti ve böylece hep aynalara bakar oldum. Hep zayıf olmanın kabul edildiği bu dünyada bir beden büyük kıyafet giymenin utanmaya sebebiyet verdiğini maalesef ki görüyoruz ama ne şanslıyız ki artık özellikle sosyal medyada dolaşan ve toksik diyet kültürünü konu alan paylaşımların yavaş yavaş azaldığını görür gibiyiz. Bazı içerik üreticileri sayesinde artık bu konulara daha farklı perspektiflerden bakılması gerektiği savunuluyor ki ben de buna sonuna kadar katılıyorum.
Dediğim gibi kadınlar arasında daha sık görülse de elbette erkeklerde de görülen bir rahatsızlıktır. Araştırmalara göre; bu algı bozukluğu sadece kiloya odaklı bir konu değildir, aynı zamanda bireylerde göz, kulak, ağız, burun, dişler, çene, cilt, parmaklar, genital ve diğer organların biçimsizliği, küçüklüğü veya iriliğine ilişkin abartılı kaygılar gözlemlenmektedir: ‘Büyük burun veya kafa’, ‘küçük penis’, ‘uzun ağız’, ‘asimetrik yüz’… yakınmaları oldukça fazladır. Kadınlar genelde kalça hacmi ve kilo; erkekler ise boy ve genitaller hakkında sorun yaşarlar.
Bu kusurları yok etmek için de haliyle insanlar birçok cerrahi işlem yaptırabiliyor, bilinçsiz bir şekilde diyet uygulayabiliyor ya da kendilerini sosyal yaşamdan izole edebiliyorlar. Bireylerin çoğu kusurlu olarak düşündükleri organlara ilişkin alınganlık düşüncelerine ya da sanrılarına sahip oluyorlar. İlgili organ(lar)ı kapatma, yoğun kozmetik cerrahi, saç ektirme gibi güzelleşme çabaları, bu hastalar için tam aksine biçimsiz bir görünüme ve gerçekten eleştirilmeleriyle sonuçlanabilir. Sağlıklı yaşam alanında kas dismorfofobili bireylerin egzersize, anoreksiya nervozalıların ise diyete daha özel bir önem verdikleri bildirilmiştir. Öte yandan anoreksiya nervozalı hastalar arasında BAB (Beden Algısı Bozukluğu) nispeten yaygındır ve ek BAB tanısı anoreksiya nervozanın şiddetliliğini de gösterebilir.
Tabii ki iyileşmek mümkün, bunun için öncelikle bedenimizi kabul etmek ilk koşulumuz. Çünkü kabul etmezsek kendimizi sevemeyiz ki bu da hayatımızda hem bedenimiz hem ruhumuz hem de zihnimiz için büyük bir engele sebep olur. Ama sağlığımız için bedenimize ve zihnimize iyi gelen egzersizleri ve alışkanlıkları yerine getirmek de önemlidir. Sadece bu dengeyi oluştururken sosyal medyanın, uzman olmayan insanların tavsiyelerinin, bir arkadaşınızın sizin bedeniniz ya da bir organınız hakkındaki fikrinin gazabına lütfen uğramayın. Elbette bu hemen olmayacak ama küçük adımlarla kendimize aslında büyük adımlar atabilmiş olacağız ve bence bu, hayattaki en büyük başarılardandır. Umarım bütün bedenlerin ve farklı tipte/ büyüklükte organların kabul edildiği bir toplum oluşmaya devam eder.