“Kaç ömür gerek, yaşamayı öğrenmek için?”
Yazdığı her bir kitapta okuyanların mutlaka kendisinden bir parça bulacağı, kendi yaşadıklarının birebir paragrafa döküldüğünü görecekleri bir yazar olan Matt Haig, Zamanı Durdurmanın Yolları romanında da kendisinden beklenildiği gibi, çok özel bir hikâyeyi fantastik bir şekilde bizlere veriyor.
Şu hayatta insan kendisini kaç kez kaybediyor, kaç kez yeniden buluyor tahmin bile edilemez sanırım. Kendimize yabancılaşıyoruz, zaman zaman her şeyi kaybetmiş gibi hissediyoruz iç dünyamızda. Sonrasında, adımlar atıyoruz bize verilen bu dünyada ve tekrar tanışıyoruz kendimizle.
Yıllar önce çekilmiş bir fotoğraftaki gülümsemesi bile başka bir insanın gülümsemesi gibi gelebiliyor insana. Kimdi o kişi, kimlerleydi, neler yaşıyordu, nasıl bir hayatı, nasıl bir rutini vardı, neler izlerdi, neler okurdu, neler dinlerdi… Hepsi şimdiki versiyonuyla çok başka olabiliyor. Öyle ki bambaşka bir kimlik gibi.
Zamanı Durdurmanın Yolları’nın baş kahramanı Tom Hazard, bu değişimleri ve başkalaşımları sadece iç dünyasında değil, fiziki dünyada da yaşamak zorunda, belirli aralıklarla kimlik değiştirme mecburiyetinde.
Çünkü o sıradan bir insan değil, en az dört yüz yaşında.
Tom Hazard’ın, roman dünyasında resmi kayıtlarda geçmeyen bir hastalığı var: çok yavaş ilerleyen yaşlanma, kendi ismiyle Anageria. Ve bu hastalığa sahip nadir insanlardan biri olarak Tom Hazard da bir örgüt tarafından korunuyor ve sırrı saklanıyor, çünkü kendisinin de söylediği gibi, diğer insanlar kendi ömürlerinin daha da kısa olduğunu fark etmeye hazır değiller.
Dışarıdan basit bir tarih öğretmeni gibi görünen Tom Hazard, söz konusu tarihi birebir yaşadığı ve tarihte izini bırakmış insanlarla birlikte vakit geçirmiş olduğu için gayet başarılı bir öğretmen. Ancak, bu onun geçmişi kalbinde büyük bir yara olarak taşıyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
“Asırlar boyunca umutsuzluğumu acıyla karıştırmışım. Ama insanlar acının üstesinden gelir. En ağır acılarla bile birkaç yıl içinde baş edebilirler. Üstesinden gelemeseler bile birlikte yaşamayı öğrenirler.”
İnsanlar bu dünyadan geçip gidiyor ve Tom Hazard hepsine şahit olup, sevmiş olmanın bedelini en büyük şekilde çekmek zorunda kalıyor. Herkesin arkasında öylece kalmış gibi hisseden Tom, tüm bu hislerle başa çıkmaya çalışırken ve uzun yaşamın ağırlığı altında nefes almaya çalışırken, neden bu hayatta kürek çekmeye devam etmek gerektiğini tekrar tekrar keşfediyor. Her günün bambaşka bir anlamı olduğunu tadıyor.
Demek ki insanın dört yüz yıl da yaşasa, yirmi yıl da yaşasa, her zaman bu dünyadaki yaşamında öğrenecek dersleri var, keşfedecek pencereleri var açması gereken.
Çünkü insan çok unutkan bir varlık ve dikkati dağılabiliyor.
“Var olmam gerektiğini anlamış oldum çünkü acının hissedebilmesi için yaşayan bir varlığa –bir benliğe- ihtiyaç vardı. Bu bilgide bir çeşit güvence, kendi gerçekliğimin bir kanıtı vardı.”
Tom Hazard da, dört yüz yıllık hayatındaki anlamları tekrar tekrar keşfedip, unuttuğu noktaları tekrardan hatırlıyor. Sahip olduğu hastalığın vermiş olduğu fiziki ve mental yorgunluğun içindeki ışığı bulma yolculuğunu okuduğumuz kitapta yine kendimize çıkaracağımız çok payın olduğunu düşünüyorum. Örneğin yaşamda her şeyin bizim kontrolümüzde olmadığı gibi.
Bazen sadece izlemek ve hayatı olduğu gibi yaşamak gerekir. Var olmayan şeylere odaklanarak değil. Kendimizi yaşamak gerekir, olan şeylerin hepsini kucaklayıp kabul ederek.
“Bir dalga seni öldürebilir. Ya da üstünde süzülürsün. Bazen korkup kaçmak daha tehlikelidir. Hayatı korkarak yaşayamazsın, Tom. Sörfünün üstüne çıkıp ayakta durmaya hazırlıklı olmalısın. Burnunun dibinde bir dalga varken korkuyu boş vermek zorundasın. O anın içinde olmak zorundasın. Gözünü kapayıp yapmak zorundasın. Korkuya kapılacak olursan kendini sörften düşmüş, başını kayalıklara çarpmış bulursun.”