İnsan âşık olarak doğar. İnsanın ilk aşkı onu kucağına alıp sütünü ve gülücüklerini eksik etmeyen kişidir. Bundan sonra insan hayatının geri kalanı, bazen tatmin edici (Mutlu aşklar vardır!), fakat genellikle tam tersi, trajik bir sonla bitecek uzun bir aşk arayışından ibaret olacaktır. Karmaşık bir ilişki içinde olanlar da dahil hiç kimse aşktan başka şey düşünmez. Bir kızla/erkekle göz göze geldiğimizde içimiz kıpır kıpır olur ve bu bakışmalar hiç bitmeyecekmiş gibi uzun süre devam eder. Aşk insan soyunun gerçeğidir; belki hayvanlar da âşık olabilir fakat onların bunu ifade etmek gibi bir imkana sahip değildir. Âşık olma hali bizim bir başkasına olan arzumuzun sınanmasıdır; bu başkasının varlığını ve onunla alışverişi gerektirir. Aşk, tüm biçimleriyle, vücudumuzun gayri ihtiyarî başka bir vücuda durmaksızın hayran olmasının yani onu arzulamasının ifadesidir.
Bazıları bilfiil aşkı arar, fakat çoğu insan bunu düşünmeden yapar. Her halükârda aşk çoğu zaman hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkar, sanki onu ne kadar az ararsak o kadar kolay bulacağımızı göstermek istercesine. İki insanı birbirine çeken uyarıcıların, belirtilerin ve bilgilerin büyük bir kısmı beynin bilinçli kısmından geçmez; hiçbir şey aramadığımızı sanırız ama gerçekte fark etmeden de olsa birilerini ararız. Aksi zaten düşünülemez; evrim insan vücudunu olabildiğince verimli olması için iki temel alanda biçimlendirmiştir: Hayatta kalma ve reprodüksiyon. Bizi yöneten vücutlarımız ve beynimiz bizi eşleşmeye doğru yönlendirmek için yapılmıştır. Aşk zaman tanımaz, her an genetik kaderimizi yerine getirmek üzere âşık olabiliriz.
Aşk kavramının içine birçok şeyi katabiliriz, arzu bunların başında gelir. Çünkü aşk sadece bir canlıya değil de bir nesneye karşı da oluşabilir. Örneğin sıcak bir yaz akşamı dondurmaya karşı büyük bir aşk besleriz lakin tensel bir arzu besleyemeyiz. Bu yüzden insanlar için aşkın olmazsa olmazı arzudur.
Hepimiz aşk nedir diye sormuşuzdur ve eğer bir gün âşık olursak aşkı tanıyıp tanımayacağımızı merak etmiş, kaygılanıp durmuşuzdur. Bu da gösteriyor ki, aşkın algılanabilen ve belki de soğukkanlı biçimde incelenebilen bir doğası vardır. Ama elbette kimileri yüksek sesle itiraz edecektir: Aşkın doğası falan yoktur. İki yol vardır: Ya âşıksındır ya da değilsindir. Ama âşık olunca mutlaka bilirsin âşık olduğunu. Bu oldukça mistik cevap öfkeye kapılmamıza yol açabilir, ama buradan berrak düşünmenin ve felsefenin reddedildiği sonucuna varmamak gerekir. Eğer aşk bir deneyimse, saf bir anlamda öznel bir deneyim olarak görülebilir. Yalnızca aşkı kendi hayatında yaşamış olanlar sıcak bir gülüşle “Evet, ben de âşık oldum” diyebilirler. Bunlar hiç âşık olmamış insanlar için yabancı sözcüklerdir.
Başlangıç olarak, aşkın doğasına dair üç teori vardır. Bunlar eros, filia ve agape fikirleriyle tanımlanır.
Eros bir şeye karşı hissedilen tutkulu, yoğun bir arzu ile ilgilidir. Bu çoğunlukla cinsel arzudur. Modern “erotik” kavramı buradan türemiştir.
Eğer erotik aşk kavramı temel duygulardan türüyorsa, bunu bizim bencil genlerimizin, potansiyel üreme açısından öteki DNA taşıyıcıları arasında ayrım yapmak için bizi kışkırtmasına indirgeyebilir miyiz? Aşka klinik bir bakış açısı. Ama çocuksuz çiftlerin ve eşcinsellerin aşkını açıklamaya kalkıştığımız zaman pek başarıya ulaşamıyoruz. Ötekinde arzulanır bulduğumuz şey nedir? Çekicilik salt öznel midir yoksa arzulanan ötekinin evrensel olarak tanımlanabilir, kültürel ve kişisel normları aşan bir güzelliği mi vardır? Platon böyle düşünüyordu. Muhteşem güzelliğe sahip insan ideal ya da öteki dünyaya ait olan bir güzellikten pay alıyordu, en yüce güzellik neyse ondan bir pırıltı taşıyordu. Platonik aşk, bir tapınma duygusunu ve öteki bu aşka cevap vermese bile onu sevmeyi içerir. Fizikselliği aşarak entelektüel beğeni ve tapınmaya yönelir. Bu yüzden biri ilişkisini Platonik olarak nitelediğinde bunun anlamı ilişkide cinsellik yaşanmadığı ve/veya iki tarafın da birbirini beğendiği ya da ötekinin karşılıksız kalmış bu erotik bağdan haberi olmadığı olabilir!
Aristoteles aşkın temelini dostlukta ve ötekinin değerini herkesten daha yükseğe koymakta bulur. Filia dostluk, beğeni ve sadakatte karşılıklılık ima eder ve aşk perdesine doğru yükselirken başkalarını dışlayıcı ve ayrımcı olmaya başlar. Faydacılıktan uzaktır, çünkü sevilen kendisi için sevilmektedir. Gerçek dostluk zorunlu olarak birbirine benzer biçimde erdemli ve rasyonel insanlar arasında olur. Ortaya çıkan aşk bir duygu fazlalığı oluşturur, bu da elbette bir erotik boyut anlamına gelir. Ama gerçek aşk sağlam bir psikolojik temel gerektirir. Şehvet düşkününün aşağılık arzusu ya da kendilerini güvende hissedebilmek için birine bağlanmayı arayanların duygusu değildir. İnsan âşık olabilmek için önce kendini sevmelidir. Ardında egoizm olmadıkça, insan başkasına sempati ve sevgi veremez. Bu tür kendini sevme hedonistçe bir duygu değildir; Aristoteles için bu o insanın soylu ve erdemli olanı arayışının bir yansımasıdır.
Bu arayış doruğuna, bir insanın sürdürebileceği en yüksek hayat tarzı olan tefekküre dayanan hayatın seçilişiyle ulaşır. Aristoteles’e göre âşık insanlar yalnızca birbirlerinin gözlerinin içine bakıp felsefe mi tartışırlar yoksa sarılıp öpüşürler mi? Öyle anlaşılıyor ki, Aristotelesçi yaklaşım insanın sevdiğinin yanında olmasından hissedilen neşenin yanı sıra, fiziksel ve romantik aşkı da içeren bir dizi ifade tarzına izin vermektedir.
Aristoteles’in insanlar arasında ayrım yapan aşkına karşıt olarak, aşkın bir dini versiyonu, yani agape, Tanrı’nın insan için duyduğu babaca sevgi ve insanın Tanrı’ya duyduğu itaatkâr sevgi ile başlayıp barışseverlerin ve Hıristiyanların yaymaya çalıştığı evrensel sevgi haline dönüşür.
“Komşunu kendini sevdiğin gibi sev”
Levililer
Sevgi karşındakinin suçlarının ve yanlış davranışlarının affedilmesi ile başlar. Kimileri de evrensel sevgi kavramının, yani herkesi eşit derecede sevme anlayışının, yalnız pratikte uygulanamaz değil, aynı zamanda mantıksal olarak içi boş olduğunu iddia edeceklerdir: İnsan, mükemmel dostluk anlamında çok sayıda insanla dost olamaz; aynen birçok insana birden âşık olamayacağı gibi (çünkü aşk bir tür duygunun bir üst katmanıdır ve bunun doğasında yalnızca bir kişiye karşı duyulması vardır). (Aristoteles, Nichomachean Ethics, VIII.6)
Uzayla – Kültür Evreni