Edebiyatı bana aşık ettiren isim diyebilirim Sait Faik Abasıyanık için. Onunla büyümüştüm. Türkiye’nin bir adasında dünyaya geldim ben de. En büyük platonik aşklarımı balıkçılarla yaşadım. Onlara öyle uzaktan bakardım. Her birini bir sahil kıyısında beklerdim. Onların öykülerini merak ederdim. Deniz kadar hırçın ama bir yandan o kadar huzurlu görünen o adamların öykülerini merak ederdim. Deniz aşığıydım. En az Sait Faik Abasıyanık kadar aylaktım.
“İçim ona nehirlerin denize aktığı gibi akıyordu.”
Sait Faik Abasıyanık ile 10 yaşında tanıştığımı hatırlıyorum. Kitapların içine gömülü kaldığım bir senem vardı. Burgazada’da dünyaya gelen bu adamla da o sene tanıştım. Burgazada’da büyüyen aylak bir adamdı. O da denizcilere hayrandı. Boş vakitlerinde İstanbul’a giderdi. Kahvehanelerde oturur; defterini karalardı. Adeta hayatla alay ederdi. Ona aşık olmuştum. Ben, 10 yaşındaydım. O çoktan dünyadan vazgeçmişti.

Onunla beraber insanları sevdim, doğayı sevdim, hayvanları sevdim. Ona karşı olan sevgim en saf haliyleyken; varlığımın çevresinde gelişen olaylara bakışım da aynı oranda önyargısız, meraklı ve istekliydi. Dünyayı saf haliyle sevmeyi öğretti diyebilirim. Aşkı en saf haliyle öğretti. Birçoğumuza onlarca şey öğretti Sait Faik Abasıyanık.
“Sana koşuyorum bir vapurun içinde ölmemek, delirmemek için. Yaşamak; bütün adetlerden uzak Yaşamak....”
Fakat, onun da dünyaya karşı hayranlığı çok fazla sürmedi. Artık, İstanbul ona boğuk geliyordu. Koşuşturmalarda kayboluyordu. Bu kaybolmayı sevmiyordu. İnsanları hep bir yere giden birbirinden haberi dahi olmayan kişiler olarak tanımlıyordu. Ona uzak bir dünyaydı. Bir adada büyümüştü. Doğaya o kadar yakın büyüyen kişiler büyük şehirlerin yabaniliğini kaldıramıyor bazen.

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
O da kaldıramadı. Fakat insansız da yapamadı.
“nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. gelsin de nereden gelirse gelsin!..
bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena.
geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları..”
Ders verme gibi bir amacı yoktu Sait Faik Abasıyanık’ın. Öylesine öykülerini anlattı. Ne gördüyse, ne hissettiyse onu anlattı. Şeffaftı öyküleri. Süslemeler yapmadı. Belki de yapamadı. Doğanın önünde tüm çıplaklığıyla soyunduğu bir yerde büyümüştü. Hoyrat denizle savaşan adamlarla arkadaş olmuştu. Evini temizlemeyi gaye edinmiş kadınlara yarenlik etmişti. Cümleleri de düzdü bunun için. Ama yavan değildi. Bireyleri örnek aldı. Toplum sorunlarıyla ilgilenmez göründü. Kişinin kendi içindeki savaşı en büyük savaştı onun için. Onu çözmeye çalıştı. Onu anlamaya çalıştı.
Hayata gözlerini kapattı. Bir edebiyatçıydı. Aylak bir adamdı. Şair ruhluydu. Güçlü bir gözlemciydi. Hayatını kendine göre şekillendirdi. Uymadı. Kendi dünyasını kurdu. Bizi de kendi dünyasına dahil ettiği için çok şanslıyız.
Uzayla – Kültür Evreni