“Her gidenle gitmek istedim. Her yolculuğa çıkmak. Hiçbir yere gitmesem de, sürekli yolculuklarda olduğumu algılamakta geç kalmadım. Ama genç yaşlarda, henüz bana, yaşamı yaşanır kılan bu duyguya varmadan önce, gidememek, derin, derin, derin bir acıydı.” diyor sevgili Tezer Özlü Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı kitabında.
Tezer’in hayatının emekleme döneminde bu denli gitmek istemesi doğal mıydı? Kendini araması, çıldırasıya kaçma isteği. Bir düşünün. Gidenleri yolcu ettiğimizde arkada bir burukluk oluşur. Biz olduğunuz yerde sabit kalırken, o bambaşka bir yere, bambaşka yollara ve bambaşka hikayelere gitmektedir. O yollarda, yerlerde ve duraklarda kendini bulabilme şansına sahipken biz her sabah aynı güne uyanmakla meşgul oluruz. Aslında gidenler gördükçe gitmek isteriz. Belki bir yere belki bir amaca belki de kendimize.
Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok.
Yaşamın Ucuna Yolculuk, Tezer Özlü
Tezer Özlü Kendini bulmak istedi. Anlam istedi. Yolculuklarda bulmaya çalıştı cevapları. Kafka’ya sordu mezarı başında. Pavese’nin intihar ettiği odada ona sordu. Neydi yaşamaktaki amaç? Bunca iğrençliğe, toplum denilen baskı mekanizmasına, öğrenilmişliklere, kalıplara rağmen yaşamak mı? Susmak mı? Diz çöküp onların yükselmesini izlemek mi? Kadın bedenine kilitler vurulmasına boyun eğmek ve buna razı gelmek mi? Yoksa sadece gitmek mi? Yol, iz bilmeden sadece gitmek.
İnsan yirmi yaşındayken ya toplumun akılla bağdaşmayan düzenine girermiş ya da var olurmuş. Uyum istemezse var olurmuş. Var olmak için gider, sınırlarını zorlarmış. Tezer gitmiş. Uyum sağlayacak bir şey bulamamış. Hem de farkında olmadan, birçok insanla uyum içinde olduğunu idrak etmek istemeden. Kendi sessizliğinde Afife Jale’ydi. Bağırışlarında Emma Goldman. Düşüncelerinde Kafka. İntihar hayallerinde Pavese. Sevgili Tezer, sen birçok insanı ahengiyle yaşamış bir kadındın. Uyumsuz olduğunu ileri sürerek imrendiğin o insanların adlarından kaçtın. Tıpkı benim senden kaçtığım gibi.
İnsan ne denli derin düşünebiliyorsa, sevgisi o denli derindir. O denli doyumsuzdur.
Yaşamın Ucuna Yolculuk, Tezer Özlü
Mezarının başına gittim Tezer’in. Yol üstünde Orhan Veli’ye selam verdim. “Yaşamak kolay değil ya, kardeşler, Ölmek de değil; Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.” deyiverdim. Sen çok kolay öldün ama Orhan Veli. Ama şimdi Tezer’le konuşmalıyım. Onla görülecek bir hesabım var. Gene saklanmışsın bir ağacın arkasına. Tezer, ben geldim. Özür dilerim. Seni ölülüğünde bile yalnız bırakmadığım için. Tezer sana çok kızgınım. Daha on beş yaşında küçücük bir kızken senle tanışmamalıydım. Seni okumamalı, beynimde ışıklar yakmamalıydım.
Toplumu sorgulamamalı, bedenime uzak kalmalıydım. Anlam aramamalı, gelişine yaşamalıydım. Ama yapamıyorum. Seni anlamışken o yoldan dönemiyorum. Ama kızdığım şey beni bu yola sokman değil. Kızdığım hayatının son evresinde aslında diğer insanlar gibi yaşamandı. Uyumsuzluğun sonsuza dek süreceğini, intihar hayallerinin dinmeyeceğini düşünürdüm. Ama sen ölmemek için ağlamışsın. Bu kadar sevmiş miydin anlamsızlığını, yaşamını? Tezer, senin kendini aradığın yollarda kendimi arıyorum. Bulamıyorum. Gitmek çare getirmiyor.
Aslında hayatın kendisiyle ne kadar uyumlu olduğumu kabul etmek istemiyorum. Onlarlaşmak koyuyor bana Tezer. Onlar gibi olmaya can atıyorum ama canım da yanıyor. O kadar uyum içindeyim ki onlarla. Bir süre sonra kabul edip boyun eğeceğimin farkındayım. Onların mutluluklarıyla mutlu olacağımın farkındayım. Senin gibi olacağım. Benim uyum yoldaşım sensin. Sana çok kızgınken sen olmak istiyorum. Neyse tek mutluluk kaçmak dersin sen. Kaçıyorum Tezer. Beni bilmedikleri bir yere. Hem de yanıma seni alarak.
Uzayla – Kültür Evreni
Yorumlar (2)
Bir yanıt yazın
Yorum yapmak için giriş yapmalısın.
Teşekkür ederim 🙂
Harika yazı, teşekkürler.