Yemek yeme eylemi yaşamımızı devam ettirmek için gerekli olan en temel davranışlardan birisidir. En basit düşünceyle yemek yemeliyiz ki güçten düşmeyelim, bağışıklık sistemimiz çökmesin ve günlük enerji alımımızı sağlayalım ki yaşamımızı daha rahat şekilde sürdürebilelim. Bu şekilde bakınca yiyecekler bizim için bir dost görevinde gibi görünmekteler. Ancak insanlık tarihi ilerledikçe bu algı değişmeye başladı. İnsanlar için yeme davranışı düşüncelerini ve yaşadıklarını yansıtma biçimi gören bir araç haline geldi. Günümüzde gençler öncelikli olmak üzere fazlasıyla kişide yeme bozukluğu veya yeme algısında problemlere rastlanıyor. Bu kişiler yemeklerden uzak duruyor ve onlarla sağlıklı olmayan bağlar kuruyorlar. Peki ya bizim için bu kadar temel gereksinim olan besinlere niçin düşman gibi davranmaya başladık?
Biraz günümüzü incelersek insan ve yemek ilişkisinin neden bozuk olduğuna dair birçok neden bulabiliriz. Bunlardan birisi ise beden algısındaki bozukluktur. İnsanların çoğu kendilerini yerip diğerlerini tanrısallaştırmaya yönelik hareketler yaparlar. Sosyal medyada birinin fiziğini gördüğünde onun editlenmiş bir foto olduğunu bilmesine rağmen kendini kötü hisseder. O gördüğü mükemmele ulaşmak için çırpınır ama aynı zamanda onun olmasının neredeyse imkansız olduğu aşikardır çünkü gerçekçi değildir. Fakat algıda bozukluk burada işe koyulur.
Kendi kendine kusurlar yaratıp onlardan nefret etme, kilo vermek adına birçok kötü yeme davranışları edinme gibi şeylere neden olarak bizi en temel ihtiyaçlarımızdan birine karşı soğutur. Vücut algısında bozulma olarak adlandırılan bu kavram aslında globalleşen dünya sayesinde herkesin kolayca neredeyse dünyada yaşayan her insana ulaşabilmesi ve onlarla kendini kıyaslaması sonucu daha da artmıştır. Bu konu üzerine beden olumlama hareketleri yapılsa da önemli olan insanın bulunduğu bedende mutlu olması olduğu için hala birçok kişi bu düşünce yapısını kendinde oturtmakta zorlanmakta ve yemek yemeyi zararlı bir davranış ya da işkence yöntemi olarak görebilmektedir.
Bir diğer neden olarak ise insanların yemek yeme davranışını kontrol etmeye çalışması ve bu kontrolü sağladığı müddetçe kendilerini başarılı görmesidir. Aslında bu yaşamlarındaki kendi ellerinde olmadan gerçekleşen bir çok değişkene başkaldırı niteliğindedir. En azından yemek yeme davranışlarını istedikleri şekilde düzenleyebileceklerinin farkına varıp kilo verebileceklerini fark ederler. Kilo verdikçe de bir başarım kazanmışçasına mutlu olup hayatlarının hala kendi ellerinde olduğunu düşünürler. Bu düşünce yapısı onları bazı yeme bozukluklarına doğru itebilir. Sonrasında ise yemeği sadece bir kamçı niyetinde kullanırlar.
Genelde bu tarz bir nedene bağlı bir yeme davranışı geliştiren kişiler dışarıdan sadece olumsuz bir beden algısına sahip gibi düşünülür. Oysaki içlerinde yatan neden oldukça farklı olabilir. Örneğin kötü aile ilişkileri, çarpık sosyal ilişkiler veya bazı yaşanan travmatik olaylar gibi. Bir bakıma bir başkaldırıya benzer yaptıkları. Kendilerine fayda sağlaması görülen yemeklerle aralarındaki bağı istedikleri gibi düzenleyerek hayatın bir alanında da olsa ipler onların ellerindedir. Dışarıdan fazlasıyla kontrolcü bir bakış açısı gibi görünse de başka bir bakış açısından zararlı bir hayata tutunma davranışı olarak da ele alınabilir. Sonuçta bu insanlar zorluklar karşısında pes etmek yerine kendilerine savunma mekanizması olarak yemekleri seçmiş kişilerdir.
Tabii ki insan ve yemek arasındaki bağlantı bahsedilen nedenlerden daha da çoğunu kapsar. Sonuç olarak herkes kendine has şekilde düşünür ve bu düşüncelerini davranışlara dönüştürür. Yine de aslında bizim için bir yaşam kaynağı olan bir bakıma da zevk veren yemekler ile aramızın negatif şekillerde gelişip sonrasında böyle devam etmesi kendimize yaptığımız kötülüklerden birisi diyebiliriz. Aramızdaki bu ilişkiyi bazen düzeltmek hiç kolay olmasa da arada bir kendimize onların aslında düşmandan daha çok dost olduğunu hatırlatmak hiç kötü olmayabilir.