David Hume, 1711’de İskoçya’nın Edinburgh kentinde oldukça sıradan bir ailede dünyaya geldi. Hume henüz iki yaşındayken babası öldü ve annesi o dahil diğer kardeşlerine tek başına bakmaya başladı. Hume ardından Edinburgh Üniversitesi’ne gitti ve üç yılını felsefe okumakla geçirdi.
Hume’un aşırı çalışmaları onu çok yordu ve olağanüstü derecede zorladı, psikolojik sağlığını tehlikeye girmeye başladı. Bir şeker ithalatçısının yanında tezgahtar olarak çalıştıktan sonra, Hume sonunda iyileşti ve kendi felsefi anlayışı üzerinde çalışmaya devam etmek için Fransa’ya taşındı. 1734 ve 1737 yılları arasında Fransa, La Flèche’de yaşarken David Hume, en etkili felsefi eserlerinden biri olan A Treatise of Human Nature’ı yazdı. Bu çalışma daha sonra İngiltere’de 1739 ve 1740 yılları arasında üç kitap olarak yayınlandı ve Hume o dönem için tartışmalı görünen bazı kısımları sonradan çıkardı.
İnsan Doğası Üzerine İnceleme
Hume’un en bilinen ve etki eden çalışması üç kitaba bölündü ve birçok felsefi konuyu kapsıyordu.
1- Anlayış Üzerine
Hume, tüm bilgilerin deneyimlerden geldiği fikri olan ampirizmin geçerli olduğunu ve fikirlerin temelde deneyimlerden farklı olmadığını çünkü karmaşık fikirlerin daha basit fikirlerin sonucu olduğunu ve daha basit fikirlerin duyularımızın yarattığı izlenimlerden oluştuğunu savunuyor. Hume ayrıca bir şeyin “olgusal bir mesele” olduğunda, deneyimlenmesi gereken ve içgüdü ya da akıl yoluyla ulaşılamayacak bir mesele olduğunu ileri sürer.
Bu argümanlarla Hume, Tanrı’nın varlığı, ilahi yaratılış ve ruh kavramlarını benimser. Hume’a göre, insanlar Tanrı’dan, ilahi yaratılıştan ya da ruhtan bir izlenim alamadıklarından ya da deneyimleyemediklerinden, onların varlığına inanmak için gerçek bir neden yoktur.
2- Tutkuların Üzerine
Hume ikinci kitabında tutkular (aşk, nefret, keder, sevinç vb. duygular) olarak isimlendirdiği şeylere odaklanır. Hume, fikirleri ve izlenimleri sınıflandırdığı gibi tutkuları da sınıflandırır. İlk olarak, duyular yoluyla alınan orijinal izlenimler ile orijinal izlenimlerden gelen ikincil izlenimler arasında bir ayrım yapar.
Orijinal izlenimler dahilidir ve fiziksel kaynaklardan gelir. Fiziksel acılar ve zevkler şeklinde ortaya çıkarlar ve fiziksel kaynaklardan geldikleri için bizim için yenidirler. Hume’a göre tutkular ikincil izlenimler dünyasında bulunur. Hume daha sonra doğrudan tutkular (keder, korku, arzu, umut, sevinç ve isteksizlik gibi) ile dolaylı tutkular (aşk, nefret, gurur ve alçakgönüllülük gibi) arasında bir ayrım yapar.
Hume, ahlakın akla dayanmadığını, çünkü ahlaki kararlar eylemleri etkilerken, akıldan alınan kararların etkilemediğini belirtir. Bireyin neden ve sonuca ilişkin inançları, insanların deneyimlediği nesneler arasındaki bağlantılarla ilgili inançlardır. Bireyin eylemleri, yalnızca nesneler ilgi çekici olduğunda etkilenir ve yalnızca acı veya zevk verme yeteneğine sahip olduklarında insanları ilgilendirir.
Bu nedenle Hume, insanları motive eden ve tutkuları yaratan şeyin zevk ve acı olduğunu savunuyor. Tutkular, eylemleri başlatan duygulardır ve akıl tutkunun “kölesi” olarak hareket etmelidir. Akıl, bireyin eylemlerini iki şekilde etkileyebilir: Tutkuları nesnelere odaklanmaya yönlendirir ve sonunda tutku yaratacak olaylar arasındaki bağlantıları keşfeder.
3- Ahlak Üzerine
David Hume, ilk iki kitabında ortaya koyduğu fikirlerden yola çıkarak ahlak kavramını ele alır. İlk olarak, Hume erdem ve ahlaksızlık arasında ayrım yapar. Hume, bu ahlaki ayrımların fikirler değil izlenimler olduğunu iddia eder. Erdem izlenimi zevk iken, ahlaksızlık izlenimi acıdır. Bu ahlaki izlenimler yalnızca insan eyleminin sonucudur ve cansız nesneler veya hayvanlar tarafından oluşturulamaz.
Hume, bir bireyin eylemlerinin yalnızca başkalarını nasıl etkilediklerine (bireyleri nasıl etkilediklerine değil) bağlı olarak ahlaki veya ahlaksız olduğunun belirlendiğini savunuyor. Bu nedenle, ahlaki izlenimler yalnızca sosyal bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Bu düşünceden hareketle Hume, ahlaki yükümlülüğün temelinin sempati olduğunu iddia eder.
Ahlak, deneyimin sonucu olan bir olgu değildir. Hume cinayeti örnek olarak kullanır. İnsan cinayeti incelerse acı çekmez ve dolayısıyla kusuru bulamaz. Sadece cinayetten hoşlanmadığınızı ortaya çıkarırsınız. Bu, ahlakın akılda değil, tutkularda var olduğunu gösterir.
David Hume, ağırlıklı olarak rasyonalizme dayanan felsefi teorileri, fikirleri ve metodolojileri eleştirmesi nedeniyle Batı felsefesinin en önemli zihinlerinden biri haline geldi. Çalışmaları, din, metafizik, kişisel kimlik, ahlak ve neden-sonuç ilişkileri kavramları dahil olmak üzere inanılmaz sayıda felsefi konuya değindi.
Kaynak ve İleri Okuma: D. Hume. (2018). İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma
M. Kaya Keha. Hume’un Nedensellik Eleştirisi Ve Şüpheciliği
Philosophy 101
Uzayla – Kültür Evreni
Yorumlar (2)
Bir yanıt yazın
Yorum yapmak için giriş yapmalısın.
Eline sağlık @thiagoalcan