Melek Tiyatro Oyunu

Müze Gazhane’nin büyük sahnesi. Bu zamana kadar görmediğim değişik bir salon tipi. Yer yer Kağıthane Sahnesi’ni anımsatsa da onun kadar büyük değil. Reşat Nuri kadar da küçük değil. Yerlerimize yerleşiyoruz. Sahnede bir çift tüylü ve topuklu terlik var. Hani o televizyonlarda gördüğümüz sabahlık altına giyilen terliklerden. Oyun afişinde gözüken siyah terliğin aksine açık renk. Bir yatak, bir komodin, bir masa, masanın üzerinde eşyalar ve bir hastane ekipmanı var. Ne olduğunu bilmiyorum bu hastane ekipmanın. Halbuki ne şanslıyım. Bunu bir şükür meselesi haline getirmek istemem ama Melek’le tanıştıktan sonra sevinmedim değil bilmediğim için. Evet, Melek.


O tüylü topuklu terliklere odaklanıyor ışık. Sahne ışıkları kararıyor ve oyun başlıyor. Başta anlamıyor insan bir hastane odası mı burası yoksa normal bir oda mı diye. Dekor bir hastane odasına ait. Melek’in hayatının son demlerinde kaldığı odaya. Minimal bir İstanbul Şehir Tiyatroları sezonuna göre gayet uygun bir dekor. Ve başlıyor Yeşim Koçak, Melek olmaya.

melek

Melek Kobra bilinen adıyla. Ama başka soyisimleriyle de anılıyor. Melek, birçok kişinin bir şeyi olarak anılıyor. Ama ben onu Melek olarak anmak istiyorum. Sadece bir kadın, bir oyuncu, bir aşık ve bir veremli olarak… Evet, oyunda veremin ciğerlerini yiyip bitirdiği Melek’in kendisini anlatmasını izliyoruz. Henüz küçücük bir kız çocuğuyken babasının evden gitmeleri derinden etkilemiş onu. Kumara gitmiş, kadınlara gitmiş, işe gitmiş… Babası hep gitmiş.

Gitmelere, terk edilmelere o yaşta alışmış Melek. Henüz on beş yaşındayken güzellik yarışmasına katılmış. Ancak dereceye girememiş. Belki bu yarışmaya katılma sebebi kuzini Keriman’dı. Keriman’la yarışmak, onu geçmek ve bir yerlerde anılmak. Keriman kim mi? Türkiye’nin ilk dünya güzeli Keriman Halis. Evet, Keriman ve Melek kuzendiler. Bir kırılma noktası daha Ferdi Tayfur ve Melek birlikteliği. Ünlü dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur, babası gibi davranmıştı ona. Bırakmıştı. Sürekli. Başka kadınlar için, başka bedenler için. Melek, terk edilendi.

melek

Bir gün Kral Lear oyununda sahnedeyken Melek, kan kustu. İzleyicilerin bir kısmı rol yapıyor sandı, alkışladı ve daha fazlasını beklediler; bir kısmı kaçıştı dışarıya, korktular. Melek ise verem olduğunu öğrendi. Onu hayattan koparacak olan o illet. Sonra başladı Cerrahpaşa ve Sanatoryum günleri. O minik odasında kimsesi yoktu. Varını yoğunu ona harcayan annesi arada uğrardı.

Başta bir radyosu vardı sonra o da bozuldu. Yapayalnız kaldı etrafını kaplayan çok duvar karşısında. Kendince oyun yapıyor, öksürüklerden çıkarıyordu kimin kim olduğunu. Ama düşünmeden duramıyordu. Ferdi’nin ihanetini, dışarıda akan hayatı, Beyoğlu’nun albenisini ve Dârülbedâyi’ye olan özlemi. Melek, çığlıklarla yaşıyordu ama onlar sadece verem olduğunu zannediyorlardı. Yavaş yavaş ölüyordu. Henüz yirmi dört yaşındayken.


Cumhuriyetin ilk yıllarının kadın oyuncuları bambaşkadır benim için. Onların hayatını dinlemek güç verir bana. Cesurdurlar, kadındırlar ve korkusuzdurlar. Ama canları çok yanmıştır. Daha önce Hayal-i Temsil’i izleyerek Afife ve Bedia’yı tanıdım. Şimdi ise Melek geldi hayatıma.

Melek’i canlandıran Yeşim Koçak, çok başarılı bir performans sergiledi. Ancak henüz yirmilerinin ortalarında bir kadını canlandıran Koçak, yaş itibariyle role uygun gelmedi bana. Ama ruhu adeta biçilmiş kaftandı. Müziğin aralarda aniden kesilmelei dikkatimi dağıttı, halbuki müzikler çok güzeldi ve daha uzun tutulsa daha da içine çekebilecek cinstendi. Herkese hitap eden bir oyun diyemem. Ancak kadın hikayesi seven ve daha önce Hayal-i Temsil izleyip beğenenlerin zevkine uygun diyebilirim.

Bu hafta sonu Müze Gazhane’de izlemeye gidebilir, biraz hayattan uzaklaşabilirsiniz. İyi seyirler diler, sanatla kalmanızı temenni ederim.

Uzayla – Kültür Evreni

Bir yanıt yazın