Oğuz Atay, 12 Ekim 1934’te İnebolu’da doğdu, eğitimini tamamladı. Eğitim hayatı boyunca istese de sanat ve edebiyatla içli dışlı olamadı çünkü babası bu konuda çok katıydı. Mühendis olduktan sonra sanatın onu bırakmadığını anladı, kendisi de sanatı bırakmaya pek meyilli değildi zaten. TRT Roman Ödülü’nü alan ve ilk romanı olan Tutunamayanlar’ı yazdı.
Anlatması gereken çok olmuş olacak ki kitap 600 sayfayı geçti. Yayımlanması çok zorlu oldu, kimse bu kadar uzun bir kitabı, hele ki yeni bir yazarın kitabını yayımlama riskine girmek istemedi. Ama sonra şansı yaver gitti, kitap iki cilt olarak yayımlandı. Yayımlandı yayımlanmasına da, kitap beklenen ilgiyi göremedi, ilk cilt biraz satılmış olsa bile ikinci cilt depolarda çürümeye bırakıldı.
Kusura bakmayın, sıkıntım var. Kendimi yaşamak zorundayım. İnsanları ve tabiatı sevmeyen birine saldırmakla daha mı iyi olacaksınız?
Tehlikeli Oyunlar, Oğuz Atay
Sonrasında sırayla Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken, Oyunlarla Yaşayanlar, Bir Bilim Adamının Romanı: Mustafa İnan, Günlük ve Eylembilim kitaplarını yazdı. Bu kitaplar da gerekli ilgiyi göremedi, öyle ki ikinci baskısı bile olmadı hiçbirinin. Sonra hastalandı Oğuz Atay, tümör dediler adına. Gittikçe kötüleşti, kötüleşti… En sonunda hayata gözlerini yumdu. Türkiye’nin Ruhu’nu yazamadan ve arkasında sevenlerini derin bir acıyla bırakarak…
Oğuz Atay yalnız bir adamdı. Yaşadığı topluma uygun değildi. Dışlandı, belki de kendini dışladı ama yalnızdı işte. Çok yalnızdı hem de. Yazdı bildiklerini, biri anlar sandı. Anlar da yalnızlığı biraz olsun azalır diye düşündü galiba. Ama kimse anlamadı onu. Kimse anlamadı onun yazarak anlattıklarını. Diğer bütün büyük sanatçılar gibi onun da değeri ölümünden sonra anlaşıldı. Kitapları fazlaca ilgi gördü ve defalarca basıldı. Belki birileri anladı onu, belki birileri aynı hissetti onunla. Ama artık ne fark ederdi ki? Artık Oğuz Atay yoktu. Oysa yeterince açıktı yazdıkları. Belki biz Hikmet, Turgut ya da Selim olarak okuduk ama aslında bizimle konuşan Oğuz Atay’ın ta kendisiydi.
“Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim. Çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum,” demişti bize. Demişti demesine de, ne fayda…
Şimdi onu okumayan bile tanıyor onu artık. Sanıyorum ki biraz bile olsa rahat uyuyabilir bundan sonra. Çünkü onu anlayan onlarca ya da yüzlerce değil, binlerce insan var. Hani demişti ya bize “Ben buradayım sevgili okuyucum. Sen neredesin acaba?” Artık var gücümüzle seslenebiliriz:
“Buradayız!”
Tehlikeli Oyunlar
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar adlı romanında ana karakter olan Hikmet Benol’un iç çatışmalarını anlatır. Bir de konuştuğu bir albay vardır, okumadıysanız da bilirsiniz. Zira internet sayfaları ve televizyon dizilerinde sıkça rastlarız Hikmet’in albay ile olan konuşmalarına. Bu durum Oğuz Atay’ı tanıyanları artırmış olsa da kitabı da popüler kültüre kurban etmiştir.
Tehlikeli Oyunlar’da ölümle yaşam arasına hapsolmuş olan Hikmet’in hayatı bize acıma duygusunu aşılar. Hikmet’e karşı sürekli bir acıma hissederiz çünkü böyle ister. Evet, kendisine acımamızı ister. Hatta bunun için çırpınıp durur.
Hikmet’in hayatında belli başlı insanlar vardır: Albay Hüsamettin, Sevgi, Bilge (Sevgili Bilge). Bu karakterler bize bazı konularda ayna tutmaktan çekinmemiş, hayatın kabul etmek istemediğimiz yönleri bize benimsetmiştir.
Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.
Tehlikeli Oyunlar, Oğuz Atay
Hayatının büyük bir bölümü başarısızlıklarla geçmiş olan Hikmet Benol, karısı Sevgi’nin onu boşamasıyla listeye bir madde daha eklemiştir. Sonra, yani Bilge ile tanışınca hiç de dolu olmayan başarı listesine bir şey eklenmiştir: birini sevmek başarısı. Çünkü bilirsiniz, birini sevmek kolay değildir. Fakat Hikmet bu sevmek işini de başaramamıştır. Böylece büyük başarısızlıklara eşantiyon olarak gösterilmeye hak kazanmıştır.
Bütün hayatının böyle geçeceğini anlayan Hikmet, kendi balkonunda, kendi gökyüzündeki hayali uçurtmasının hayali iplerini yine hayali olan bir makasla kesmiş ve birinin onu kurtarmasını beklemiştir. Belki de beklediği kişi Sevgi veya Bilge’dir. İstemiştir ki biri o hayali ipleri tutsun, düğümlesin, sağlamlaştırsın iyice ve gökyüzüne salsın yine uçurtmayı. Bunu kimin yapacağını merak etmiştir. Ama ne yazık ki buna bir cevap bulması artık mümkün değildir.
Uzayla – Kültür Evreni
Yorumlar (4)
Bir yanıt yazın
Yorum yapmak için giriş yapmalısın.
Doyurucu bir yazıydı
Elinize sağlık, harikulade
Teşekkürler 🙂