Son zamanlarda sokak hayvanları hakkında daha doğrusu sokak köpekleri hakkında bir karmaşa söz konusu. Peki Osmanlı Döneminde hayvanlara nasıl davranılırdı? Gelin bu konuya beraber değinelim…
Aslında Türklerin hayvanlarla kurduğu sevgi bağı tarihin çok eski zamanlarına dayanıyor. Zamanında kullanılan 12 hayvanlı Türk takvimi ise bunun en güzel örneklerinden birisidir. Ayrıca atlara verilen önem, Türk boylarının sancaklarında kullandığı kurt ve kartal gibi hayvan motifleri de bu bağın ne kadar güçlü olduğunun birer örneğidir aslında. Osmanlı Devletinde ise, gerek sokak hayvanlarına gerek yük hayvanlarına gerekse kuşlara şefkatle yaklaşılmış yüzyıllar öncesinde bile bu hayvanların beslenmesi ve haklarının korunması için dünyada dahi bir ilk diyebileceğimiz vakıf açılmış ve tedavi edilebilmeleri için hayvan hastaneleri kurulmuştur.
Bundan yaklaşık 500 yıl önce Osmanlı Padişahı II. Bayezid tarafından hazırlanan kanunnamelerinde ise hayvanlarla ilgili düzenlemeler geçmeye başlamıştı. Genellikle yük taşıyan hayvana edilen eziyetin önlenmesi amacıyla ayağı aksayan atın çalıştırılmaması ve yük taşıma amacıyla kullanılan eşek ve devenin de belirli bir ağırlığın üzerine çıkmaması vurgulanmıştır. 1507 yılında yayımlanan ferman ise, şöyle bitiyordu…”Ağır yük vurmayalar makul olalar çünkü dilsiz canlıdırlar…”
Daha sonrasında ise Sultan III. Murat tarafından dünyada hayvan haklarına ilişkin ilk kapsamlı düzenleme olarak hayvan hakları kanunnameler çıkartılmıştır .Bu kanunnamelere göre yük taşıyan hayvanlara özel hassasiyet gösterilmiş olup, değil hayvanlara eziyet etmek bu hayvanların bakımını beslenmesini yapmayan sahiplerine ise ağır cezaların kesileceği belirtilmiştir. Hatta daha sonrasında ise cuma günleri yük hayvanları izinli sayılmış çalıştırılması dahi yasaklanmıştır .Ayrıca Osmanlı Devletinde ağır topları çeken öküz sığır gibi hayvanlara minnet duyulmuş olup bu hayvanlar yaşlanınca kasaplara satılmaz emekli edilir ve ölene kadar iyi bir şekilde bakılırdı.
Osmanlı Devletindeki bu hayvan sevgisi sadece yük hayvanlarına değildi tabii ki. Yaşayan her canlıya saygı duyuluyordu. Bu sebeptendir ki dünyadaki ilk ve tek leylek hastanesi Bursa’da faaliyet göstermiştir. Gurabahane-i Laklakan diğer bir deyişle kimsesiz leylekler bakımevi. Göç esnasında yaralanmış uçamayacak durumda olan leylekler buraya getirilir tedavi edilir ve tamamen iyileştiklerinde ise doğaya salınırdı. Sadece leyleklere değil tüm Osmanlı halkı kuşlara büyük sevgi gösterirdi. Hatta bu sevgi Osmanlı mimarisine bile yansımıştır. Yapılan camii ve medreselerin dış camlarına soğuk kış günlerinde kuşların içinde yaşayacağı kuş sarayları inşaa edilmiştir.
Bu ince düşünce Osmanlı Devletinin kuşlara gösterdiği şefkat ve saygının en büyük eserlerindendir. Ayrıca Osmanlı devletinde yaygın geleneklerden biride kuş azat etme geleneğidir. Osmanlı halkı kuş pazarlarına gider ve buralardan aldıkları kuşları azad ederlerdi. Bunu yapan insanların çok büyük bir sevaba girdiğine inanılırdı. Bunun aksine ise kuş yuvası bozanın çok büyük bir günah işlediği kabul edilirdi. Tüm bunların yanında sokak hayvanları diyebileceğimiz kedi ve köpeklerde unutulmamıştır. Sokaklarda yaşayan ve herhangi bir sahibi olmayan bu hayvanlara yine devlet sahip çıkarak mancacılık mesleğini oluşturmuştur. Mancacı Osmanlı Devletinde sokak hayvanlarını beslemekle sorumlu kişidir.
Mancacı hayır severlerden topladığı paralarla sokak hayvanlarına yem alır ve onları her gün beslerdi. Hatta bazı hayır severler vefat ettiklerinde mirasının bir bölümünü sokak hayvanlarını beslemesi için mancacıya bırakırdı. Soğuk kış günlerinde ise devlette bu hayvanları beslemekle görevli kişilere yardımda bulunur ve mancacılar şehir dışındaki hayvanları da beslemek için belirli bölgelere yiyecekler bırakırlardı. Böylelikle soğukta yiyecek bulamayan kurt çakal gibi hayvanlar şehre inmez ayrıca açlıktan telef olmazlardı. Eğer kedi köpek gibi sokak hayvanları yaralanır ya da hastalanırsa Dolma Bahçede bulunan hayvanlar için özel hazırlanan hayvan hastanesine götürülür tedavi edilirlerdi. Günümüzde ise hayvana yapılan eziyet ne yazık ki artarak devam ediyor üstelik bu görüntüleri sosyal medyada paylaşmaktan çekinmiyorlar. İNSAN düşünmeden edemiyor… Biz ne ara bu hale geldik?
Uzayla – Kültür Evreni