Gülse Birsel’in kariyeri söz konusu olduğunda akla gelen ilk şey şüphesiz 6 sezonu ve 190 bölümüyle yediden yetmişe birçok insanın gönlüne taht kurmuş “Avrupa Yakası” projesidir. Birsel bu dizinin hem 5 sene boyunca senaristliğini üstlenmiş hem de her dizisinde olduğu gibi oyuncu kadrosunun bir parçası olmuştur.
Bizi Burhan, Gaffur, Makbule, Şahika, Sacit, Volkan ve niceleri gibi enteresan karakterlerin dünyalarına sokan; yayında olduğu seneler içinde en iyi kadın/erkek oyuncu ödülleri, en iyi dizi ödülü, komedi onur ödülü gibi birçok ödüle imzasını atmış; birçok ünlü şarkıcıyı, komedyeni, sunucuyu ve belki de bu diziden sonra yıldızı parlayanları konuk etmiş ve Gazanfer Özcan gibi büyük duayenleri bünyesinde barındırmış bu dizi hiç kuşku yok ki Birsel’in en büyük başarısı olarak görülmeye ve sevenlerinin kalbindeki o özel yerini her daim korumaya devam edecektir.
Fakat bugün merceğimizin altındaki dizi Avrupa Yakası değil de onu takiben 2012 yılında yayınlanmaya başlamış Yalan Dünya olacak. Avrupa Yakası’yla kıyaslandığında hak ettiği değeri belki de tam anlamıyla görememiş bu dizinin ömrü zaten reyting problemlerden ötürü uzun değildi. Fakat Gülse Birsel röportajlarında Yalan Dünya projesinin daha iyi yazılmış bir dizi olduğunun ve onun senaryolarını mizah açısından daha başarılı bulduğunun altını birkaç kere çizmiştir. Peki yazarının bile bu diziyi 5 sene sürmüş en büyük projesinden daha iyi bulmasının sebebi tam olarak neydi? (İşte buradan sonrası spoiler içeriyor olabilir.)
Hikayesi Cihangir’de geçen Yalan Dünya aslında Birsel’in öteki dizilerine benzer şekilde bir aile komedisi olarak nitelendirilebilir, çünkü hikayenin temelinde yan yana olan ve ortak terasa açılan 2 apartman dairesi ve bu dairelerde oturmakta olan 2 taraf var. Bunlardan birisi Antakya’dan İstanbul’a taşınmış ve kendilerine ait bir inşaat şirketi (ya da daha doğru bir tabirle ofisi) bulunan ve sonradan görme tavırlarıyla ön plana çıkan Kocabaş ailesi; ötekisi ise Kocabaşların marjinal ve dejenere olarak tanımladığı üç oyuncu ve kendisini ev sahiplerine doktor olarak tanıtmış bir işsiz güçsüz serseriden oluşan arkadaş grubu.
Bu iki evde ayrı ayrı dönen olaylar zincirlerini birbirine bağlayan temel etken kapı komşusu olmalarının yanında daha çok Gülse Birsel’in canlandırdığı Deniz ve Beyazıt Öztürk’ün oynadığı Rıza karakterlerinin birbirlerine olan aşkı da denebilir. Tamamen ayrı dünyaların insanı olan bu ikili ortak terasta beraber bolca vakit geçirerek birbirlerini tanıyorlar ve bu ilerleyen sezonlarda ailelerinin onaylamadıkları bu aşka mani olmak için terası ortadan ikiye bölme girişimlerine bile yol açabiliyor.
Deniz, İzmir’den bir töre dizisinin figüran seçmeleri için gelen ve tesadüfen başrolü kapıp aniden İstanbul’a yerleşmek zorunda kalan 35 yaşında oyunculuk mezunu bir kadın. Bu olayı kariyerinin bir dönüm noktası olarak görse de aldığı para aslında bir başrol için oldukça gülünç bir miktar, buna rağmen sektörde bir yerlerde tutunurum ve garanti ve sigortalı bir işim olur şeklindeki memur kafasıyla oynadığı korkunç rolü fazla önemsemiyor.
Rıza ise lise mezunu, ailesinin inşaat şirketinde çalışan, getir götür yapan ve yine ailesinin münasip bulduğu sosyeteden bir gelin adayı olan Nurhayat Karakaş’la zorla nişanlanmış birisi. Temel çatışma noktası bu aşk olsa da Birsel’in öteki senaryolarındaki gibi bir süre sonra dizideki bütün dünyalar birbirinin içine giriyor ve bütün karakterler bir şekilde birbirlerini uzaktan tanıyor oluyorlar, ki bu da karakterler arası etkileşimi arttırmakla kalmıyor aynı zamanda akıştaki olaylar zincirlerinin birbirine bağlanmasını daha da kolaylaştırıyor.
Selahattin Çakaler, Kocabaşların damadı ve evin içgüveysi, pavyonda tanıştığı Tülay isimli assolistle evlilik dışı ilişkisini aileden gizli sürdürmeye çalışırken yan dairenin bunu öğrenmesiyle beraber iki taraf arasında sessiz bir anlaşma imzalanıyor. Aileye söylememek ve ilişkiye destek vermek karşılığında Selahattin de dejenere oyuncu grubunun evden atılmamasına yardımcı oluyor. Evin çamaşır suyu bağımlısı anneannesi Servet ve kalbi ak pak yüzü gülpembe kızı Gülistan her ne kadar baba Şehmuz’u dolduruşa getirmeye ve oyunculardan kurtulmaya ikna etmeye çalışsalar da (daha çok Rıza’nın nişanını tehlikeye sokan Rıza-Deniz ilişkisinden kurtulmaya çalışıyorlar aslında) bu aşk üçgeninin kaybedeni ev kızlarının sonuncusu ve gelinlerin efendisi, zengin ve sosyetik Nurhayat oluyor maalesef.
Bu sırada evin küçük torunu ve libidosu yüksek ergeni Orçun yan dairede Deniz ve nevrotik oyuncu Açılay gibi güzel kadınlar olmasından bir hayli memnun ve bu ikisiyle aynı dizide oynayan playboy Emir’den Yalan Kafe’de flört dersleri almaya başlamış bile. Deniz’in kardeşi sözde doktor Bora ise ablasıyla kısa süreliğine İstanbul’a gelmiş olsa da Cihangir’in gece hayatına ve liseden kankası Emir’le takılıp ortamlara akmaya kendini o kadar kaptırıyor ki İzmir’e geri dönmemeye karar veriyor.
Dünya Apartmanı ve Yalan Kahvesi dışında pavyon, Tülay’ın evi, dizi seti, İstiklal Caddesi gibi çeşitli mekanlarda geçen olaylar; sezonlar ilerledikçe zengin pısırık Bünyamin, dansöz Zerrin, ne çektin be Vasfiye Teyze, gotik Eylem, Çiğdem ve Timur çifti gibi yeni eklenen karakterlerle iyice dallanıp budaklanıyor ve izleyenin zihnine kök salıyor denebilir. Var olan kadronun çoğu Gülse Birsel’in Avrupa Yakası’nda ve öteki projelerinde de beraber çalışmış olduğu ve çalışmayı tercih ettiği Hasibe Eren, Sarp Apak, Derya Karadaş gibi oyunculardan oluşmakla beraber, ekip Olgun Şimşek gibi bu kaideyi bozan oyuncuları da barındırıyor.
Başarılı oyuncularının ve kaliteli senaryosunun yanında bence Yalan Dünya dizisini Birsel’in öteki projelerinden ayıran ve kendine özgü kılan şey mizahının o bambaşka seviyesi. Aile komedisi olmasının yanı sıra dizinin bizi sanat camiasına sokan bir tarafı da var aslında zaten sanatın merkezi Cihangir’de geçiyor ve herkes tarafından anlaşılmayacak, sadece belli bir kültür düzeyindekilere hitap edecek espriler mizahı da daha kaliteli bir seviyeye taşıyor diyebiliriz. Bu özellikle Deniz ve Bora’nın anneannesi Afife’nin esprileri ve Açılay’ın “oksimoron” ya da “ikircikli” gibi seyircinin ilk defa duymuş olabileceği kelimeleri kullanarak anlattıklarına dikkat edildiğinde görülebilir.
Ayrıca dizinin içinde bir dizi daha olduğundan oyunculuk ve dizi sektörüyle ilgili de ince şakalar yakalamak çok mümkün, bir yandan kendi yaşadıkları olaylara ve televizyon sektörünün içinde bulunduğu duruma da hiciv tarzı dokundurmalar mevcut. Dizinin her anı ve her cümlesi espriyken bazen çok azı C ve D/E grubu seyirci tarafından yakalanıp anlaşılabiliyor. Bu açıdan ya aslında eğlenirken bir yandan gerçekten bir şeyler de öğreniyor gibi bir hisse kapılıyorsunuz, ya da kaçırdıklarınız yakaladıklarınızdan çok daha fazlaysa kanalı değiştirmeyi tercih edebiliyorsunuz.
Kostümler, ışık, ses, dekorlar, renkler ve prodüksiyon açısından Avrupa Yakası’ndan sonra yapılan bir iş olması sebebiyle de tabii ki olumlu anlamda çok bariz farklar mevcut ve bu bana kalırsa izlemeyi çok daha kolaylaştırıyor ve zevkli hale getiriyor. Avrupa Yakası’nı kaçıran ve Yalan Dünya’yı yakalayan nesil genel olarak benimle aynı kanıda ve Yalan Dünyacı mıdır tabi ki tartışılır ama diziler ve filmler çekildikleri dönemin havasını da yansıttıklarından dolayı kendi zamanımızdan izler taşıyanları kalbimizde köklendirmeyi daha çok tercih ediyor olabiliriz. Fakat bana kalırsa hak ettiği değeri görmemiş bu diziye bir şans verenler kesinlikle pişman olmaz.