Carl G. Jung Analitik Psikoloji İle Ne Anlatıyor?

Carl Gustav Jung Analitik Psikoloji kuramının kurucusudur. Klasik psikanalizin kurucusu Freud, Jung’a gönderdiği mektupta Jung’u oğlu ve veliahtı olarak kabul etmiş olsa da Jung’un teorileri Freud’dan farklılaşmıştır. Jung 1912 yılında yayımladığı Bilinçaltı Psikolojisi kitabında Analitik Psikoloji kuramının temel ilkelerini belirterek Freud’dan ayrımlaştığı noktaları vurgulamaktadır.


Jung’a göre psişe (ruh/günümüzde zihin); insanın bilinçli ve bilinçsiz davranışlarının, duygu, düşünce ve davranışlarını bütün olarak içerir. Bu yüzden insanın bütünleşme arayışında değildir. Ama insan yaşam döngüsünde bu bütüne eklemeler yapar. Bu yüzden de insan yeni eklenen parçaların bütünü bölmesini engelleme arayışındadır. Psişenin bu dengeyi sağlaması için üç sistemi vardır; bilinç, kişisel bilinçdışı, toplumsal (kolektif) bilinçdışı.

Bilinç doğrudan farkında olduğumuz, çevredeki nesneleri seçerek zihnin işlevlerini (düşünme, hissetme, duyu, sezi) üzerine uygulayabildiğimiz zihnin parçasıdır. Bilince ulaşmayan fakat yaşam döngüsünde var olan yaşantımız kişisel bilinçdışında varlığını sürdürmektedirler. Ancak istenildiğinde bilince getirebilirler, sadece aktif olarak yer almazlar. Kolektif bilinçdışı insanın yaşantıları ile alakalı değildir. Jung, insanın içine doğduğu dünyada ortak bir bilinçaltının atalarımızdan aktarıldığından bahsetmektedir. Kolektif bilinçaltıyla atalarımızın geçmiş yaşantılarıyla bağımızın sürdüğünü anlatılmaktadır. Örneğin; fare bile görmemiş bir Avrupalının fare fobisine sahip olması atalarının yaşadıkları ve kötü deneyimlere sahip oldukları veba salgınından aktarılmış olması çok olasıdır.

carl gustav jung analitik psikoloji

Arketipler kolektif bilinçaltının evrensel sembolleridir, belirsiz imgelerdir. Bu belirsiz imgeler insanlar doğduktan sonra anlam kazanmaktadırlar. Örneğin, anne arketipi belirli bir kadın değildir genel bir anne kavramıdır. Bu arketip, doğduktan sonra her insanda farklı bir anlam oluşturur. Arketipler objelerin sayısına eşit olacak şekilde çoktur fakat dört arketip kişiliğin oluşumunda çok önemlidir; Persona, anima/animus, gölge ve ben.

Persona yani maske, insanın dış dünyaya ayak uydurması için kullandığı kimliktir. Bir insanın çalışırken ofiste kullandığı maskeyi eve gelince çıkararak farklı bir maske kullanır. Hayata uyum sağlamamız ve toplumun onayını sağlamak için gerekli olan bu maskeler arasında dengesizlik olduğunda (bir maskeye fazla ait olmak: kişiliğin diğer bölümlerini geri plana atarak bir maskeye tutunmak) personasına zarar vermiş olur. İnsan, kendine yabancılaşır ve maskeler arası çatışmalar yaşanır.

İkinci arketipler olan anima ve animus ise insanın içe dönük yanlarını oluşturmaktadırlar. Anima, erkeklerdeki kadın taraf; animus ise erkeklerdeki kadın taraftır. Heraklitos’a göre her şey karşıtlarıyla birlikte var olduğu gibi Jung’a göre de her insan karşıt cinsi kendi içinde taşımaktadır. Binlerce yıl önce uzak doğu felsefesinden Yin-Yang Teoremi için Lao Tzu “Tek başına Yang doğamaz ve tek başına bir Yang büyüyemez” demişti. Bu yüzden uyumlu bir insan kendisinde karşı cinsin özelliklerini de taşımalıdır. Örneğin, her erkek anima ile doğar ve animasını yansıtacağı ilk kişi annesidir. Bu erkeğin bir kadına beslediği duygu, erkeğin annesiyle oluşturduğu animasına kadının uygunluğundandır.

Üçüncü arketip olan gölge insanın dışarıya yansıtmadığı karanlık yanıdır. Bu yanımız yıkıcı ya da yaratıcı kaynağımız olabilir. Ortaya muhteşem bir şey de çıkabilir ancak çok tehlikeli de olabilir. Bu durum bizim hatta atalarımızın hayatta kalmasını sağlayan arketipimizdir. Persona ile uyum/denge yakalaması halinde ancak pozitif etkili olabilir. İnsan gölgesini bastıramadığında tehlikeli, çok bastırdığında ise sönük olabilir.

Bir insanın amacı kendini gerçekleştirmektir. Kendini gerçekleştirmek için kişiliğin bütünlüğü, uyumu gereklidir. Bunu da ben arketipimiz sağlar. Eğer bu arketipimiz iyi çalışmıyorsa insan kendini tanıyamaz. İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi için güçlü ve karmaşık yolları aşması gerekir. İnsanın kendi bilinç ve bilinçdışı dünyasını tanıyabildiği, algılayabildiği ölçüde bu yolları iyi bir şekilde aşabilir. Aksi durumda ise insanda krize, çatışmaya yol açar.

Yorumlar (3)

Bir yanıt yazın