Kitaplığımda okuduğum andan itibaren en sevdiğim kitap unvanını kazanan Gece Yarısı Kütüphanesi, mental çöküşlerin ve insanda oluşturduğu yorgunlukla birlikte umutsuzluğun nasıl bir tablo çizdiğini, aynı zamanda bakış açısının ne kadar hayat kurtarıcı olduğunu gözler önüne seren bir kitap.
Bazı çöküşlerin, bazı bitişlerin aslında hayatımızı bitirdiğini değil, kurtardığını anlatan bir hikayeyi ele alıyor aslında Gece Yarısı Kütüphanesi.
Gece Yarısı Kütüphanesi Konusu
Kitap, kısaca kahramanımız Nora’nın şiddetli depresyonunun en zirve kısmındaki bir süreci anlatıyor. Bu zirve kısımda, Nora’nın bu dünyadaki hikâyesinin bittiğini ve daha yürüyecek yolunun kalmadığını kitabın başkahramanı ile birlikte düşünürken, aslında ihtiyaç duyduğu şeylerin başka bir hayat veya başka bir gerçeklik değil, zaten sahip olduğu her şeyde var olduğunu görüyoruz.
Okuyucusuna birçok şey aktaran, öğreten bir kitap olarak Gece Yarısı Kütüphanesi, herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir örgüye ve duygu aktarımına sahip. Matt Haig tarafından oldukça başarılı bir şekilde kurgulanmış. Bununla birlikte, günlük hayatta insanların anlatırken zorlandığı duygu durumlarını o kadar basit ve net bir tablo şeklinde görüyoruz ki, okuyana ilaç niteliğinde bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Olay örgüsünde, Nora fiziksel anlamda hayata tutunmaya çalışırken adeta ruhu bambaşka bir maceraya atılıp onu bu hayata bağlayan, onu besleyen unsurları başka gerçekliklerde arıyor ve maddi varlığının devamını sağlayabilecek “şeyin” ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Bu yolculuk sırasında, kafasında kurguladığı, idealize ettiği, eksiklik olarak gördüğü ve hayatında kendisine karşı kaba davranmasına yol açan durumları birebir yaşadığında bunun nasıl hissettirdiğini bizlere aktarıyor. “Depresyona girmesinde etken olan durumların, hayatındaki talihsizlik ve kontrol edemediği durumlar mı, yoksa tamamen bakış açısı ile mi ilgili?” sorusunun cevabına okurlar olarak Nora ile birlikte ulaşıyoruz.
İnsanların hayat akışları içerisinde kendilerini çok mutlu edeceklerine inandıkları ve yaşam amacı olarak konumlandırdıkları şeylerin aslında hiç de öngörülebilir ve kafamızda kurguladığımız gibi olmadığını, bazen reddettiğimiz, tamamen ortadan kaldırmak istediğimizi düşündüğümüz şeylerin aslında bambaşka mesajlar taşıyor olabileceklerini Nora’nın keşfetmeye çalıştığı Gece Yarısı Kütüphanesi’nde görüyoruz. Tıpkı Nora’nın hayatının sonlanması gerektiği düşüncesinin altında aslında yaşamayı çok istiyor olmasının yatması gibi.
Nora’nın kendisinden daima büyük beklentilere sahip bir şekilde yaşamış olmasını ve kendisine davranış şeklinin onda yarattığı etkiyi görüyoruz kitapta. Hayatında ciddi sıkıntılar olan ve kötü deneyimler yaşamış olan Nora, başarının, yaşamanın, beklentilerin, sevginin ne demek olduğunu tekrardan öğreniyor. Yaşamın bir yarış olmadığını, kendisine iyi ve anlayışlı davranması gerektiğini, ilk önce kendisine sadık olmayı ve kendisine iyi davranmayı öğrenirken, hayatı yaşamanın ne olduğunu anlıyor.
Hepimiz, aslında dönemeçlerle dolu bir yoldayız. Ve her dönemeçte aldığımız veya bize aldırılan bazı kararlarla yolumuzu değiştiriyoruz, zaman zaman eğer başka bir dönemeçte olsaydık her şey çok daha farklı olabilir miydi, örneğin yolumuz gür yeşil ağaçlarla değil de pembe çiçeklerle mi dolu olurdu, yoksa çöl kadar kurak bir yolda mı olurduk diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Ama belki de gönderildiğimiz bu hayat, seçtiğimiz yollardan ibaret değildir, sadece yaşanması gereken bazı şeyler vardır, belki de sadece hissetmemiz gereken duygular vardır, hangi yolda olursak olalım eğer ruhumuz bir duyguyla harlanacaksa yol taşlı da olsa, çiçeklerle de dolu olsa ruhumuz o süreci yaşayacaktır.
Tıpkı Nora gibi, insan ruhunun ihtiyacı olduğu her şeye zaten sahip olduğunu ve kendi ait olduğu gerçeklikte yaşam bulabildiğini öğreniyoruz bu dünyada. Her şey bakış açısından ibaret, bizi bitiren zehir de olabilir, hayata daha sağlam bir şekilde geri döndüren ilaç da.