“İnsan, keder ve sevinç zamanlarında kalbinin katlanabileceğinden fazlasını diğer hassas bir kalple paylaşmak ister.”
İnsanın yaşarken değil de öldükten sonra anlaşılacağını düşünüyorum hep. Hani bir film izlenir ve filmin ortalarındaki bir sahne için “Demek bu yüzdendi!” dersiniz ya. Benim için böyle. Sanki yaşarken kimse kimsenin perde arkasını merak etmiyor, ne kadar sevse de anlamak için çaba sarf etmiyormuş gibi geliyor. Nilgün Marmara’nın intiharından sonra eşinin “Kenarda pıtır pıtır bir şeyler karalardı.” demesi gibi. Bunu bile merak etmemiş, ancak yazıları ortaya çıktıktan sonra anlam kazanmış onun için. Nilgün Marmara gibi çoğu insanın intiharında da anlaşılmaya karşı bir rest çekilmiş olduğunu düşünüyorum. Yaşarken hiç merak edilmemiş, ne hissediyor diye düşünülmemiş, iyi ihtimalle içi boş sevgi sözcükleriyle kandırılmış, kötü ihtimalle hiç sevildiğini hissedememiş olmanın getirdiği bir yorgunluk.
Oysa insan elindeki çizik kanarsa bile birine anlatmak istiyor bazen. Ama ilgi gösteren bir bakışa denk gelememek kesikten daha çok yakar insanın canını.
Bizler de farklı bir şey yapmıyoruz aslında. Hastane köşelerine düşene kadar kimsenin ne dediği umursanmıyor, karşımızdaki ağlayana kadar hata yaptığımızı fark etmiyoruz. En temelden düşünecek olursak “Nasılsın?” diye sorduğumuzda aslında nasıl olduğunu merak etmiyoruz. Çok acı değil mi birbirimize karşı olan tahammülsüzlüğümüz, sadece konuşmalarımız ama asla dinlemememiz? Herkesin her şeyden şikayet etmesi ama memnun olmak adına kimseye bir şey yapmaması.
Oysa insan bazen okuduğu bir kitaptaki en gereksiz görülebilecek bir ayrıntıyı bile biriyle paylaşma arzusu duyar. Yalnız olmadığını, dünyada birileriyle aynı dili konuşabildiğini hissedebilmek için.
Yalnızlık ve Anlaşılmak
Hazır değinmişken yalnızlığın tam da bununla ilgisi olmalı. Kalabalıklar arasında yalnız olmaktan kasıt da bu. Bir cümle olsanız sizi okuyabilecek kimsenin olmaması, resim olsanız renklerini görmemeleri. En acı gününüzde yasınızı paylaşmayı bırakın farkına bile varılmaması belki de. Yalnızlık sevgi görmemek değil, anlaşılmamak gibi geliyor bana. “Ben buyum, beni dinle” diyememek gibi geliyor.
Oysa insan saatlerce anlatabilmek istiyor kendini birine. Hatta bazen hiç konuşmadan anlaşılacağı insanlar biriktirmek istiyor. Söyleyebildiklerinden daha fazlasını karşısındakine hissettireceği bağlar kurmak istiyor. Bence insan kabul görmek istiyor hatta. Anlaşılmak arzusu çok fazla şeyi beraberinde getiriyor. Paylaşamayan, anlaşılamayan, içine dönen her insan da aidiyet duygusunu kaybedip bulunduğu yerden farklı köşelere savruluyor. Bazen mecazen bazen de gerçekten.
Gerçekten giden birinden şu cümleyi duymuştum yakın zamanda: “İçimi birine açtığımda halimden anlıyorlarmış gibi gelmiyor. Daha az sevilip, daha çok anlayış görmek isterdim.”