Sinemadaki Elit Psikopat: American Psycho

Bret Easton Ellis, American Psycho (Amerikan Sapığı) romanını yayımlayalı 30 yıl oldu. İçerdiği şiddet ve vahşet nedeniyle yayınladığı dönem nihilist roman edebiyat dünyasını şoke etti ve oldukça karışık eleştiriye maruz kaldı. 2000 yılında Chris Hanley ve Christina Halsey Solomon tarafından kaleme alınan ve Mary Harron tarafından yönetmenliği yapılan korku-suç  gerilim türündeki bu filmi yakından inceleyelim.


American Psycho filminin başlarında bizi karşılayan ana karakterimiz Patrick Bateman (Christian Bale) günlük rutinini yaparken kendinden bahseder. 27 yaşındaki Patrick Harvard mezunudur ve Wall Street’te bir finans şirketinde yöneticilik yapmaktadır. Oldukça zengin bir aileden gelen, eğitimli, yakışıklı, bakımlı ve toplumun üst tabakasında bulunan bir adamdır.

american psycho
Patrick Bateman

Düzenli spor yapar, solaryuma girer, manikür yaptırır, sayısız bakım losyonları ve maskeleri vardır. Kısacası vücuduna ve nasıl göründüğüne takıntılı birisidir. Aynı zamanda Valentino ve Armani takımlar giyer Rolex saatler takar,en pahalı yemeklerden yer. Fakat bu kadar düzgün görünen imajının altında oldukça karanlık bir karakter yatmaktadır.

Takıntılı olduğu bir diğer konu ise kartvizitlerdir. İş arkadaşlarının kartviziti onunkinden daha estetik görünüyorsa veya kendi takım elbisesinden daha pahalı bir takım elbise giyen birisi ortaya çıkıyorsa yoğun bir kıskançlık krizine girer. Patrick’in sahip olduğu eşyalara bu kadar değer vermesi, bunları statü yarışında kullanması onu doyumsuzluğa iter ve farklı zevkler aramasına yol açar.

Dilediği bütün zevklere erişebilmesinin verdiği haz, onu zamanla bir seri katile dönüştürecektir. İş arkadaşı Paul Allen’ın kartvizitinin kendininkinden daha iyi görünmesi, Paul’un Dorsia gibi herkesin giremeyeceği bir restorana rezervasyon yaptırabilmesini öyle kıskanır ki onu baltayla katleder.

american psycho

Elit tabakanın prestij- statü yarışı ve imaj takıntısının yanı sıra ele alınan bir diğer konu ise duyarsızlıktır. Hikaye boyunca birbirlerinin isimlerini birçok kez unuturlar. Fakat duyarsızlık sadece bununla kalmaz. Örneğin bir sahnede Patrick öldürdüğü cesedi bir çantaya koymuştur, kanlar akmasına ve çantadakinin insan bedeni olduğunun belli olmasına rağmen karşılaştığı arkadaşı içindekinin ne olduğunu sormak yerine çantanın markasını sorar.

American Psycho fiminde başka bir sahnede de Patrick nişanlısı Evelyn ile restoranda otururken öldürdüğü kadın cesetlerini tasvir eder ama nişanlısı sadece yapmayı planladıkları düğünleri hakkında konuşmaktadır. Patrick’in ne söylediğiyle ne yaptığıyla yada nasıl bir ruh hali içinde olduğuyla ilgilenmez bile. Duyarsızlaşmanın  en trajik sahnelerinden biri ise Patrick’in avukatına telefon açıp ağlayarak cinayetlerini itiraf ettiği sahnedir: ‘ Şehrin üst yakasındaki bir apartmanda iki eskort kız, birkaç evsiz, beş-on tane Central Park’ta tanıştığım üniversiteli bir kız, cesedini bir büfenin arkasına bir otoparka bıraktım.

Eski kız arkadaşım Bethany’yi çivi tabancasıyla öldürdüm. Birkaç da adam. Köpekli yaşlı bir dilenci. Geçen hafta bir kızı elektrikli testereyle öldürdüm. Bir kişi daha. Tam hatırlamıyorum. Manken miydi neydi. O da öldü. Ha bir de Paul Allen. Paul Allen’ın suratına balta geçirerek öldürdüm. Cesedi Hell’s Kitchen’da bir küvetin içinde çözünüyor.’ der ve avukatı şakasının çok komik olduğunu söyler. Hikayede zaman zaman Patrick’in iyi olmadığını belli ettiğini görüyoruz ama çevresindeki insanlar bunu göremeyecek kadar duyarsızdır.

american psycho

Peki bu hikaye gerçekçi mi? Bazı sahneler mantık dışı olsa da aslında bu film bir kültür eleştirisidir.  1980’ler Amerikasında ortaya çıkan ‘yuppie kültürü’nü hedef alır. Peki nedir bu kavram? Otuzlu yaşlarında,orta sınıf bir ailede yetişmiş ama yüksek gelirli bir işte çalışan, kariyer sahibi, iyi giyimli, aynı zamanda kültürel ve sosyal faaliyetlerden de uzak durmayan kişi olarak özetlenebilir.

Bir nevi birbirlerine uyum sağlamaya çalışan benzer görüntülere sahip modern burjuva diyebiliriz. Lüks arabalar,evler, restoranlar, pahalı giysiler ve partiler onların yaşam şekli olmuştur. Aynı zamanda uyuşturucu tüketimi de artmıştır. Filmde de Patrick’in dönemin sosyetesi Donald Trump’a olan hayranlığı görmekteyiz. O hep birileri gibi olmak ister.


Kişiliği yerine örnek aldığı imajlar mevcuttur. Bunu da şu sözlerinden anlayabiliriz : ‘Bir Patrick Bateman görüntüsü var. Bir tür soyutlama, ama gerçek ben yok. Sadece bir varlık, yanıltıcı bir şey. Soğuk bakışlarımı gizleyebilsem de elimi sıkıp elinizi sıktığımı hissetseniz de ve hatta hayat tarzlarımızın kıyaslanabilir olduğunu hissetseniz bile aslında ben yokum.’

Filmin son sahnelerinin izleyicinin kafasında soru işareti bıraktığını görmekteyiz. Peki nedir bize bunu düşündüren şey? Filmde gerçekte pek de mümkün olamayacak birçok sahne mevcuttur. Bunlardan biri avukatına Paul’u öldüğünü itiraf ettikten sonra, avukatın birkaç gün önce Paul ile yemek yediğini söylemesidir.

Bir diğer sahnede ise Patrick’in tek başına tek bir silahla polislerle girdiği çatışmadan yara almadan kurtulmasıdır. Taşıdığı kanlı ceset torbasını gören görevlinin görmezden gelmesi gibi birçok yanıltıcı sahne bulunmaktadır. Peki Patrick karakteri gerçekten bütün bunları yaptı mı, cinayetleri hayal ürünü müydü yoksa bu karakter ve bütün bu olaylar bir başkasının zihninde dolaşan düşünceler miydi? Christoper Nolan filmi izliyor hissiyatını uyandıran bu ikonikleşmiş filmin sonunu galiba kimse bilmeyecek…

Uzayla – Kültür Evreni

Yorumlar (4)

Bir yanıt yazın