Jean-Paul Sartre, 21 Haziran 1905’te Fransa’nın Paris şehrinde doğdu. Sartre, babası 1906’da ölünce ailesiyle birlikte saygın bir dini yazar olan annesinin babası Karl Schweitzer’in yanına taşındı.
Jean-Paul Sartre, 1924’te prestijiyle adından söz ettiren École Normale Supérieure Üniversitesi’nde felsefe okudu ve 1928’de sınıf arkadaşı olan ayrıca da ileride sevgilisi olacak Simone de Beauvoir ile tanıştı. Okulundan mezun olduktan sonra orduya yazıldı ve sonrasında da Fransa’da öğretmenlik yaptı. Sartre 1933’te, Edmund Husserl ile felsefe okumak için Berlin’e taşındı. Oradayken Martin Heidegger ile de tanıştı. Bu iki değerli insanla olan çalışmaları onun hayat görüşünü belirleyecekti. 1938’de Sartre’ın ilk felsefi romanı olanı olan Bulantı yayımlandı.
II. Dünya Savaşı’nın henüz başlarında, Sartre Fransız ordusuna meteorolog olarak alındı. 1940 yılında ise Sartre Almanlar tarafından yakalandı ve dokuz ay boyunca savaş esiri olarak bekledi. Bu süre içerisinde en ünlü varoluşsal eseri Varlık ve Hiçlik‘i yazmağa başladı ardından da 1941’de yayımlandı.
Sartre sonrasında Les Temps Modernes dergisinin editörlüğünü yaptı; burada sürekli olarak dönemin politikasını takip etti ve kendini geliştirdi. Bir sosyalist olan Sartre, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’ni destekledi (totaliterliği eleşirdiği halde), Marksizmi desteklemek için Fidel Castro ve Che Guevara ile bir araya geldi, Vietnam Savaşı’na karşı çıktı. Fransa’nın Cezayir’i sömürgeleştirmesinin açık açık eleştirdi ve karşısında durdu.
Jean-Paul Sartre adeta bir yazı makinesiydi, sürekli bir şeyler üretirdi. 1964’te, Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Yazarlık kariyeri boyunca pek çok felsefi kitap, filmler ve oyun yazdı.
Jean Paul Sartre’ın Felsefi Görüşleri
Sartre, herkesin kendi bilinci olduğuna inanıyordu. Sartre’a göre insanların özsel bir doğası yoktur. Aksine, onların bir öz-bilinci ve bir bilinci vardır ve bunlar her zaman değiştirilebilir. Kişi, toplumdaki yerinin benlik algısı sayesinde belirlendiğine veya görüşlerinin değiştirilemeyeceğine inanıyorsa, kendini aldatıyor demektir. Birine “ben böyleyim” demek de kendini kandırmaktır.
Sartre’a göre iki tür varlık vardır:
en-soi (kendinde varlık): Hem tanımlanabilir hem de bir özü olan şeylerdir; lakin, tam özlerinin veya benliğinin bilincinde değillerdir. Örneğin, kayalar, kuşlar ve ağaçlar.
pour-soi (kendi için varlık): Bir bilince sahip olmaları ve var olduklarının (insanlar gibi) farkında olmaları ile tanımlanan varlıklardır.
Özgürlük kavramı
Sartre, politik eğilimli konularla ilgilenmeğe başlayınca, bireysel bilincin ve özgürlüğün; ırkçılık, cinsiyetçilik, sömürgecilik ve kapitalist sömürü gibi toplumsal yapılara nasıl uyduğunu inceledi. Bu yapıların bireysel bilinci ve özgürlüğü tanımadığını, bunun yerine insanları nesneleştirdiğini söyledi.
Sartre, insanların her zaman özgür olduğuna inanıyordu – bir birey ne kadar nesnelleştirilmiş olursa olsun, özgürlük ve bilincin var olduğu gerçeği, bireylerin hala bir şeyleri gerçekleştirme yeteneğine sahip oldukları anlamına gelir. Sartre’a göre, bilincin içkin özgürlüğü hem bir armağan hem de bir lanettir. Özgürlük, kişinin bir değişiklik yapmasına ve hayatını şekillendirmesine izin verebilirken, beraberinde gelen bir sorumluluk da vardır.
Kaynaklar: https://plato.stanford.edu/entries/sartre/
https://www.theschooloflife.com/thebookoflife/the-great-philosophers-jean-paul-sartre/
Philosophy 101
Uzayla – Kültür Evreni
Yorumlar (4)
Bir yanıt yazın
Yorum yapmak için giriş yapmalısın.
👍
🖤
Harikaydı
🖤