Gazap Üzümleri Roman İncelemesi

Gazap Üzümleri, yazarı olan John Steinbeck’in en önemli eseri olarak bilinir ve kendisine Pulitzer Ödülü kazandırmıştır. Tüm dünyayı vuran Büyük Buhran’ı konu alan kitap; tarımın makineleşmesi – dolayısıyla kapitalistleşmesi- akabindeki krizler yüzünden gittikçe fakirleşen ve devamında tarım alanlarını, mülklerini kaybeden insanların mücadelesini anlatmaktadır. Steinbeck romanında; yoksulluktan ve açlıktan bıkarak evlerinden kaçan pek çok aileden birine odaklanır ve kapitalizmin vahşiliğini bu aile üzerinden gözler önüne serer.


Kapitalizmin yarattığı sefalet ve etkileri uzun zamanlar boyunca anlaşılamayabilir. Feodalitenin İngiltere’deki çöküşünden sonra kapital üretim ilişkilerinin ortaya çıkarak yaygınlaşmasından doğan Sanayi Devrimi; işsizlik, evsizlik ve fakirliğe sebebiyet vermişti. Burada, iktisatçıların durumu doğru anlatamamasıyla beraber herkesin yoksulluğa geçici çözümler ürettiğini ancak kimsenin gerçekten bu sorunun kapitalizmin sonucu olduğunu fark etmediğini anlıyoruz.

Bu yönden, edebiyatın daha büyük toplumsal ve kamusal dönüşümleri sosyal bilimlerden birkaç derece daha iyi algılayıp sunduğunu görebiliriz. Teknolojinin, ekonominin, dünya siyasetinin aynı ve bir anda değiştiği bu değişim dönemlerinde yazılmış romanların en iyi örneği de Gazap Üzümleri olmuştur. Teoride, Birinci Dünya Savaşı sonrası alt üst oluşu en iyi şekilde kafamızda canlandırmamıza yardımcı olan bu kitap oldukça başarılıdır. Teknolojinin bir anda atılıma geçmesinin, hayatı boyunca toprağı insan gücüyle ekip biçmiş kişilerin dünyasını ne şekilde değiştirdiğini açıklayan kitap 1930’lar Amerika Birleşik Devletleri’nin açık bir özetidir.

1929 Büyük Buhran ve Gazap Üzümleri

Gazap Üzümleri’ni daha iyi anlayabilmek için öncelikle 1929 Büyük Buhranı’nın 2008 krizinden çok daha büyük olduğunu anlamış olmak gerekmektedir. Yoksulluk, sınıf atlama hayalleri, göçmenlik, yabancı düşmanlığı, aile ve kadının değişen toplumsal konumu, dayanışma, örgütlü mücadele, grev, grev kırıcılığı, polis zoru, bankaların karşı konulmaz gücü ve kartelleşme gibi ana temalar da romanındaki önemli hususlardır. Bunların yanı sıra kuraklık ve dinmek bilmeyen toz fırtınalarından oluşan çevre felaketleri de mevcuttur.

Gazap Üzümleri John Steinbeck

Gazap Üzümleri, bahsi geçen ekonomik ve sosyal arka planda bir ailenin öyküsünü anlatır. Dünyanın yaşadığı şatafatlı dönemden hemen sonra meydana gelen ekonomik ve çevresel kriz dolayısıyla deflasyon yaşanır ve fiyatlar gittikçe aşağı çekilir. Bu felaketlerin tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaştığı döneme denk geliyor olması toprak sahibi çiftçilerin tüm bildiklerini alt üst eder, üzerine hayatları boyunca insan gücü kullanmış çiftçilerin işlerini ellerinden alan traktörler yaygınlaşır.

Hasatlar az, fiyatlar düşük; öyle ki, çiftçiler artık ekinleri tarlada öylece terk eder ve hayvanlarını beslemek yerine öldürür. Bankalardan borçlar alan ve mevcut şartlarda ödeyemeyen çiftçiler; topraklarını kaybeder. Topraksız kalmalarına ve tek bildikleri iş çiftçilik olmasına rağmen tarım işçisi olarak da çalışamazlar çünkü tarlaların artık tek bir sahibi vardır ve onlar da işçi olarak çalışmaktansa traktör kullanmayı yeğlerler. Tarımdaki çözülme insanların topraklarını tamamen kaybetmesine yol açar. Sözü edilen bir atmosferde ise insanların tek şansı doğdukları toprakları terk etmek olur.

Felaketlerden o dönem en çok etkilenen bölge Oklahoma olur, buradaki aileler başta Kaliforniya olmak üzere başka ülkelere göç ederler. Çünkü Oklahoma’da havadan Kaliforniya’da tarım işçisi arandığına dair yüzlerce broşür atılır. Hikayemizin ana kahramanları topraklarına banka borçlarından dolayı el konan Joad ailesinin de göçmekten başka şansı kalmamıştır.

Tahmin edileceği üzere broşürde yazıldığı gibi yüz binlerce işçiye ihtiyaç yoktur, fakat ailenin de kendileriyle birlikte yüz binlerce ailenin de Kaliforniya’ya doğru yola çıktığından haberi yoktur. Yeni iş, ev ve yemek ve yeni imkanlar hayaliyle yola on üç kişi çıkan Joad ailesi serüvenlerinin sonunda yedi kişiye düşmüş ve tamamen dağılmıştır. Maceraları, başladıkları yerden çok daha kötü bir noktada son bulur, ayrıca göçmen oldukları için de devamlı olarak ayrımcılığa maruz kalırlar. Son çare sığındıkları yer bir ahır, açlıktan ölmemek için buldukları son besin kaynağı ise yeni doğum yapmış bir kadının bebeğini emzirme sütü olur.

Hikâye kapitalizmin şu anda gördüğümüz her trajedisini içinde barındırır. Yaşanan trajedi, kapitalist sistemin yol açtığı problemlere karşı insanların bireysel mücadelelerinin yeterli olamayacağına işaret eder. Joad ailesi, evlerinden ayrıldıktan sonra ne iş olsa yapmaya; çalışmalarına rağmen çok fazla göçmen olduğu için hiçbir zaman yeterince iş bulamazlar; bulduklarının ücreti de yaşamlarını idame etmeye yetmeyecek kadar düşük olur.

Hikâye Marx’ın Yedek İşçi Ordusu kavramının vücut bulmuş halini gösterir. Patronlar olabildiğince az ödeme yapmak için; aynı işe yüz binlerce ailenin başvurmasını sağlar. Düşük ücreti kabul etmeyenler elbette olur ama illaki o işi o ücrete yapacak yedek birileri mevcuttur; çünkü insanlar aç ve işsizdir.

“Olsa olsa 200 kişi lazımdır ona ama 500 kişiyi çağırır. Onlar da başkalarını çağırır. İşyerine gittiğiniz zaman bir de bakarsınız ki 1000 kişi toplanmış. O zaman adam der ki: “Ben saatine yirmi sent veriyorum”. Belki gelenlerin yarısı bırakıp gider. Ama hala orada 500 kişi vardır ve açlıktan anaları ağlamıştır. Peksimet bile verseler çalışacaklar. Gel gelelim şeftali toplamak ya da pamuk çapalatmak için imzalanmış sözleşme oradaki herifin elinde. Şimdi anlıyor musunuz işi? Ne kadar çok adam toplarsa ne kadar aç adam toplarsa o kadar az para veriyor. Sonra daha çok çocukları almak ister, çünkü…” (s. 286).

Joad ailesinin bir nebze de olsa aslında rahat edebileceği yegane yer hükümet kampıdır. Bu kamp sunduğu barınak, banyo gibi artılar sayesinde dışarıdaki piyasa ekonomisinin yanında adeta cennet konumundadır. Hükümet kampı; Franklin Roosevelt tarafından 1933’ten sonra bunalımdan çıkışı sağlamak üzere uygulamaya konan ve toplu olarak New Deal olarak adlandırılan bir dizi yasa ve başkanlık kararından oluşan sosyal demokrat diyebileceğimiz politikalara bir göndermedir.

1929 Buhranı’nın tek sebebi aslında liberalizmin kontrol altına alınamamış olmasıdır. Bunalımdan çıkmak da New Deal gibi serbest piyasaya müdahale ile gerçekleşebilmiştir. Bu açıdan aslında hükümet kampı Amerika’daki değişimin de habercisi biçiminde nitelendirilebilir.

Sanayi Devrimi sonrası kurulan düzen 20. yüzyıla geçerken çatırdamaya başlamıştır. İşçilerin örgütlenmesi ve devletlerin daha çok piyasa müdahalesi içeren adımları; bu yıkımı hızlandırmıştır. 1929 Buhran’ı liberal küresel düzenin yıkımını getirse de esas değişim 1930’ların sonuna doğru başlayabilmiştir.

“Hepimiz birleşebilseydik, kimseyi bu duruma düşüremezlerdi, Tommy.” (Gazap Üzümleri, 80)

Bir yanıt yazın