My Sister’s Keeper (Kız Kardeşimin Hikayesi) Film Analizi

İstanbul’da hava yağmurlu. Ben de biraz hastayım. Ne yapmalı? Film izlemeli. “Bi Film Ajanda”mı çıkardım. Ve bir sayfa açtım. Karşımda “My Sister’s Keeper”. 2009 yapımı “My Sister’s Keeper” filminin ismi Türkçe’ye “Kız Kardeşimin Hikayesi” olarak çevrilmiş. Başrolünde Cameron Diaz’ı görünce dramatik bir film olduğunu düşünmemiştim. Cameron Diaz hareketli rollerin kadınıdır. Ama bu filmde kanser hastası bir çocuğun annesi, avukat ve gerçekleri kabullenmek istemeyen bir insan olarak yer almış.


“Kız Kardeşimin Hikayesi” Anna’nın hayata geliş hikayemizi anlatmasıyla başlıyor. Bizler, yaklaşık koca sekiz milyar insan evrende bir yerlerde dolaşan ruhlardık. Dünya’ya gelmeyi, yaşamayı bekliyorduk. Ve o an iki kişi seks yaptı. Sperm yumurtayı dölledi. Rahme küçük bir beden düştü. Biz de o bedenin içine kıvrılıverdik. O beden, o ebeveynler, o sosyal çevre bize uygun muydu? Bilinmez. Biz sadece hayatı yaşamak için gelmiştik. Anlam aramadan, anlam çıkarmadan. Ki yaşamak ne kadar anlamdan uzaksa ölüm de o kadar anlamdan uzaktı. Hele kimlerin daha önce öleceği sıralamasını yapmak çok gereksizdi. Çünkü bazen bazı insanların ölmesi gerekir. Bunun için de bir sebep yoktur.

İşte çoğunluğun dünyaya gelme öyküsü böyleydi. Ama Anna’nınki farklıydı. Kardeşi Kate’e henüz üç yaşındayken kanser teşhisi konmuştu. Kanser tedavisi için kullanılan tedaviler uygulandı. Donör arandı. Ama ne anne ne baba ne de büyük kardeş Jesse, Kate için uygun donör değildi. Doktor bir kardeşten bir kardeşin mutlaka uyumlu olacağı söylemişti. Ama Jesse uyumlu değildi. Sara ve Brian çiftine bir şey önermişti doktor. Kate’in tedavisi için laboratuvar ortamında yapılmış bir bebek. Uyumlu DNA çiftleri, gen dizilimleri ve Kate’i yaşatmak için gerekecek her şeyden oluşan bir insan yavrusu. Evet, O Anna’ydı. Dünyaya geliş amacı Kate’in yedek parça deposu olması ve Kate’i yaşatmasıydı.

“My Sister’s Keeper”, Kız kardeşimin hikayesi

Ama bir gün Anna boynundaki kolyeyi bozdurdu. Elindeki 900 dolarla bir avukata gitti. Davalarında %91 başarı oranı gösteren Campbell Alexander. On iki yaşında olmasına rağmen ailesinin tıbbi velayetinden kurtulmak istiyordu Anna. Çünkü beş yaşındayken vücuduna kocaman iğneler sokulmuş, ondan hücreler alınmış, çığlık çığlığa ameliyat masasına yatırılmıştı. Ve bunların hiçbirinde rızası yoktu. Zaten o yaştaki çocuğun rızası olsa bile ne kadar geçerliydi? Ama öyle değil. En kutsal hakkımız yaşama hakkı. Bedenimizin bütünlüğüne biz izin vermediğimiz sürece kimse dokunamaz, işlem yapamaz. Ama yıllarca yapılmıştı Anna’ya. Ve son noktada Kate’in iflas eden böbrekleri yerine tek böbreği isteniyordu. Eğer böbreğini verirse alkol almamalı, dikkatli yaşamalı, amigo kız olmamalıydı. Buna karşılık olarak ablasının canını kurtarmalıydı. Gerçi kurtaracağının da garantisi yoktu.

Tebligat Sara’ya ulaştığında şok oldu. Anna ablasını kurtarmak istemiyordu. Anna bencilce davranıp “Dokunmayın artık bana, yeter!” diyordu. Ama öbür tarafta yalnız ablasını yaşatmak için yapıldığının bilincinde olan Anna vardı. Ki psikolojik olarak istenmeyen bebek olduğumuzu idrak etmemiz bizi her zaman mutsuz hissettirir. Bunun yanı sıra Anna’nın vücuduna çok şey yapılıyordu. Bir çocuğun kaldıramayacağı ortamlarda bulunuyor, üstüne çok ağır yükler yükleniyordu. Anna’nın ailesini ya da Kate’i sevmediği anlamına gelmiyordu bu dava. Onları çok seviyor, Kate’in yaşamasını istiyordu. Ama canı yanıyordu.

Kate yaşadığı acıları sürekli dile getiriyor. Annesine artık ölmek istediğini söylüyor. Ama kabul etmiyor Sara. Kızını ölüme göndermeyi, toprağın altına koymayı kabul etmiyor. Kızına karşı olan sevgisi kızını dinlemeyecek kadar gözünü kör ediyor. Ama Kate’in de acıları az buz değil. Ötenaziyi seçmek, acı çekmeden ölüme kavuşmak sahiden bu kadar kötü mü? İnsanlara zorla “Hayır, sen yaşayacaksın! Ben devlet olarak seni yaşatacağım. İster bitki gibi ol ister acı içinde kıvran” demek nerede insanı korumak anlamına mı geliyor? Sorular, sorular…

Kız Kardeşimin Hikayesi filmi bizi sürekli gelişen teknoloji ve bizim iradelerimizin yok oluşu konusunda düşündürüyor. Yarın sırf anne babasının istediği fiziksel özelliklere sahip bebekler dünyaya geldiğinde onlara gerçekten koşulsuz sevgi duyulabilecek mi ebeveynler? Ya da bizim hastalıklarımızı iyileştirmek amacıyla seri üretim halinde dünyaya getirilen “insancıklar” gerçekten bu muameleyi hakediyorlar mı? Hep “Cesur Yeni Dünya”ya gitti aklım. Çünkü biz insanlık olarak her geçen gün daha da bencilleşiyoruz. Ama bencilleşmemiz de fayda sağlama tarafı var. Biz bu ikilemden nasıl çıkacağız?

Hayatın anlamı sadece yaşamaktır. Çünkü bir anlam çıkartmaya çalışırsan başarısız olursun. Haksızlık, adaletsizlik, sevgisizlik gibi kavramlar karşısında belin bükülür. Çünkü sonuç çıkaramazsın. Çıldırabilirsin. O yüzden sadece anlardır, yaşamı yaşanılar kılan. Ve Kate’in de yaşadığını hissettiği anlar vardı. Sevgilisi Taylor ile baloya gittiği ve bir kumsalda battaniyesi sırtındayken Taylor’un yanına, gökyüzüne göçeceğini hissettiği anlar. Sonuçta hepimiz gökyüzünün mavi birer parçası olacağız.

Filmi izlemenizi ve bu etik tartışmaya dahil olmanızı isterim. Fikirlerinizi lütfen bizimle paylaşın. Sanatla ve sağlıkla kalın.

Uzayla – Kültür Evreni

Yorumlar (3)

Bir yanıt yazın