Roman esasen kurgusal bir anlatı ile karakterize edilen edebi bir üründür. Larousse sözlüğünün tanımına göre ise maceraların anlatımına, ahlakın veya karakterlerin incelenmesine, duyguların veya tutkuların analizine, gerçekliğin temsiline veya çeşitli nesnel ve öznel verilere ilgi duyan belirli bir uzunluktaki nesir anlatımından oluşan hayal gücü çalışması; eserleri gruplandıran edebi türdür. Edebiyat tutkunlarının en çok tercih ettiği ve okurken kimi zaman güldüren kimi zaman ağlatan kimi zaman da öğreten bu edebi tür olan romanın Fransız edebiyatında oluşan yerine yakından bakalım.
Başlangıçta roman eski Fransa’da Latin diline karşı konuşulan halk dilinin adıydı. Yalnızca bilim adamları ve ruhban sınıf (din adamları) konuşuyordu. Sonra düzyazı ya da dize şeklinde yazılmış Latin edebiyatından uyarlanmış bir Orta Çağ anlatısını belirlemeye başladı. Orta Çağda ‘Chanson de Roland’ mevcut romanın atası sayılır. Şövalye ruhunun devrede olduğu bu dönemde Kral Charlemagne’ın kahramanlıkları şiir formunda anlatılır. Yaklaşık 1100 yılına dayanır. Bir diğer önemli eser ise ‘Le Roman de la Rose’dur. Burada bir metafor olduğunu söyleyebiliriz. Burada sarayda bulunan genç kadınlar vardır ve kadınların narinliği, eşsiz güzelliği güle benzetilir, imkansız aşk anlatılır.
16. yüzyılda ise roman bir kurgusuyla beraber edebi tür olmaya başlar. Genellikle düzyazı şeklindedir ve günlük hayatta sıradan insanların hayatları anlatılmaya başlar. Rabelais ‘Gargantua’ ve ‘Pantagruel’ gibi dev eserler verir. İspanya’da Cervantes ‘Don Kişot’u kaleme alır. İlk klasik roman olan ‘Clêves Prensesi’ de bu dönemde yazılmıştır.
17. yüzyılda iyi sayıda yazar ve okuyabilecek çok az sayıda insan vardı. Halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Hatta 1600-1660 yılları arasında yıllık dört yada beş eser verildi. Şu an için çok az gibi gözükse de o dönemde çok iyi bir sayıydı. 17. yüzyılda türler arasında hiyerarşi vardı. Tiyatro ve trajedi komediden üstün sayılıyordu. Bu bakış açısıyla roman önemsenmedi ve hor görüldü. Fakat 18. yüzyıl için romanın altın çağı diyebiliriz.
Aydınlanma Çağında burjuvazi sayesinde modernleşmeye ve yaygınlaşmaya başladı. Salonlar, akademiler, kulüpler ve masonik locaların katkısı da büyüktü. Bu dönemde romanın içeriği de gelişmeye başladı örneğin psikolojik analizler yapıldı, hayal gücünün üzerine gidildi ve bunlar daha gerçekçi bir anlatımla ele alındı. Voltaire’den Candide, Zadig, Rousseau’dan Yeni Heloise (Julie ou la Nouvelle Héloïse) örnek gösterebiliriz. Montesquieu’den İran Mektupları da önemli bir diğer eserdir.
19. yüzyıl Fransız edebiyatında roman ve şiir için en hareketli çağdır. Romantizm, natüralizm ve realizm gibi akımlar ortaya çıkmıştır. Form olarak modernleşen roman, halk tarafından rağbet görüyordu. Bu yüzyılın anahtar kelimesi gerçekçilikti dolayısıyla Stendhal romanı bir aynaya benzetmiştir. Balzac ise ‘Romancı bugünün tarihçisidir.’ ifadesini kullanmıştır. Bu dönem için François-René de Chateaubriand’dan Mémoires d’Outre-Tombe (Mezarın Ötesinden Anılar), Victor Hugo’dan Notre Dame de Paris (Notre Dame’ın Kamburu), Alexandre Dumas’dan Les Trois Mousquetaires (Üç Silahşörler) önemli eserlerdir.
20. yüzyılda ise roman gelişimini tamamlamış ve farklı arayışlar içine girmişti. İçe dönüş ve negatiflik baskındı. Yazarlar her şeyi bilen bakış açısını reddediyordu. Bu tabuların yıkılması ve romandaki negatifliğin sebeplerinden birinin İkinci Dünya Savaşı olduğunu tahmin etmek çok da zor olmamalı. Örneğin Andre Malraux İspanya İç Savaşına katılan faşizme ve nazizme karşı olan bir militandı. Dolayısıyla eserlerinin konusunun genellikle ölüm ve işkence olduğunu görmekteyiz. Jean-Paul Sartre ve Albert Camus’nün de 20. yüzyıla çok büyük katkıları olmuştur. Sartre ve Camus’yü başka bir yazımda ele alacağım… Görüşmek dileğiyle…
Uzayla – Kültür Evreni
Yorumlar (2)
Bir yanıt yazın
Yorum yapmak için giriş yapmalısın.
Okudukça bilgilendim, harika içerik @cansel
çok teşekkür ederim