Ulusun İnşası: Edebiyat Kanonu

Zengin bir edebi geçmişi olan milletler bu miraslarını ellerinde tutmak için kanonlar oluştururlar. Kanonlar dün ile bugün arasında bir kültür köprüsü görevini görür. Geçmişi geçmişte bırakmak istemezler. Bir milleti millet yapan duygu, düşünce ve arzularıyla kendilerini geleceğe karşı bir direnç içerisinde hissederler.


Kanon sözcüğünün kökenine bakacak olursak pek çok dilde yakın anlamlarda karşılığını buluruz. Örneğin; İbranice’de qâneh yani ölçü kamışı, Latince doğruyu yanlıştan ayıran ölçü, kriter. Ölçü sopası, cetvel gibi anlamları vardır. Carlo Ginzburg’ın “Kelimelerin devamlılığı anlamlarının devamlılığını garanti etmez” (C.Ginzburg s.39 ) Sözüyle kanon kelimesinin zaman içerisindeki değişimini açıklayabiliriz. Genel olarak günümüzde edebiyat kanonu dendiğinde kült eserleri yahut edebiyatın önemli yansıtıcılarının kast edildiğini anlamaktayız. Dolayısıyla edebiyat kanonu, kalıcı, popüler eserlerin kayıt altına alınmasını sağlar ve hangi eserlerin, hangi türlerin, popüler olarak toplumun geneline sunulabileceğini belirler.

Edebiyat bir sanat dalıdır. Sanat özgür ruhların salınımıdır. Sanatın, edebiyatın, romanın, şiirin ne olduğu, nasıl olması gerektiği gibi kaideleri, kuralları yoktur. Kimse bunu iddia edemez fakat edebiyat kanonunun bazı sınırları vardır. Kanon, sınırsız olan bir şeyi sınırlandırmaktadır. Bunun pek çok farklı parametresi vardır. Bir yazar içinden geldiğince romanını yazabilir. Fakat kalıcı ve tanınan bir yazar olmak istiyorsa, ilk gayesi bu ise kalıplaşmış ve satacak olan kaidelere göre yazıp kanona girebilir.

Roman tekniği diye adlandırabileceğimiz bu kalıplar köklü araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Aristoteles’in Poetika’sı ve Retorik’ini ve edebiyat kuramlarını göz önüne alarak bir edebiyat eserinin nasıl olması gerektiğinin araştırmasına girilmiştir. Önce metin, yazar, toplum ve okur odaklı bakış açıları geliştirilmiştir… Sürekli olarak bakılması gereken yer değişmiş ve irdelenmiştir dolayısıyla kendince farklı sebeplerden farklı eserler ortaya çıkmıştır. Fakat kanon, toplumun geneline neyin sunulabileceğini, değerleri belirleyen bir güce sahiptir.

Kanon bir yönelim değil tercihtir! Sanatın yönelimsel varlığı bir yana kanon bir yana. Şöyle ki; kanonu belirleyenin ideolojisi, yazarın ve metnin ulus için uygunluğu gibi parametreler vardır. Kanon bir cetvel gibi doğruyla yanlışı ayırır. Ölçüye uymayan kanona giremez. Edebiyat her ne kadar dil üzerinden gelişen bir şey olsa da kanonların gelişmesinde din çok önemli bir rol oynamıştır. Kilisenin kanonu kullanmasıyla beraber edebiyat tartışılamaz çerçeveleri olan bir hal aldı.

Türk edebiyatında dinin etkisine bakacak olursak, “Kitapsız” tabirinden yola çıkarak, esas kitap Kur’an-ı Kerim kabul edilmiştir ve ona ulaşılmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde Hristiyanlığın da bu sebeple dini kaideleri edebiyata dayatması sonuç olarak gösterilebilir. Osmanlı döneminde, tezkireler kanonik olarak ele alınabilecek eserlerdir. Ermeni milletinin Ermeni alfabesiyle Türkçe yazdığı eserlerin kanona girmemesi tartışma konusu olmuştur. Bunlar Ermenice yazılmış eserler değildir, Osmanlı toplumunda yaşayan sanatçıların, Türkçeyi Ermeni alfabesiyle yazdığı eserlerdir. Eserlerin Türkçe olduğunu sorgulatan esas problem Ermeni alfabesiyle yazılmış olması değil, Ermenilerin Hristiyan olmalarıdır. Osmanlı’da pek çok millet bir arada yaşıyor ve bu bir ayrışma yaratmazken dini sebeplerle aynı toprağın sentezi olan eserin Türkçe literatüre girmemesi bence düşünülmesi gereken bir problemdir.

Böyle bir pürüz bulmuşken kanon karşıtı eleştirilere bakabiliriz.

“Marksist eleştiri” kapitalist sisteme ve sınıf ayrımına karşı olduğu gibi, yaratılan ve dayatılan kanonların da bu sistemi sürdürmek için olduğunu öne sürmektedir. Evrensel bir edebi değerden söz edilemeyeceğini ve bir gerçekliğinin olmadığını söylemektedir. “Rus biçimcileri – Alman alımlama estetikçileri” yeni bir okuma biçimi sunmaları yönünden geleneği yıkmışlardır. Böylece kanon yıkıcı bir tavır sergilemişlerdir fakat bir yandan bu kanon oluşturucuları için yeni bir bakış açısı sağlamıştır.

Bugün hala daha devam eden feminist eleştiri ise perdenin ardında kalan feminist yazarları gün yüzüne çıkararak feminist tarih yazısını değiştirmiş oldular. Bu yazarların feminist tarih yazınında varlığını ispatlamaya çalışmışlardır. Böylece kanon yıkıcı bir tavır sergilemişlerdir. 1960 sonrasında gelişen “Yeni eleştiri” metin odaklı bir bakış açısı sergiliyor. Fakat kendisi, edebiyatı hayattan koparmakla suçlanıyor ve “beyaz, erkek” bir dil kullanmakla suçlanıyor.

Kanon, edebiyatın sayfalarını düzgün tutmaya, dağılmasını önlemeye çalışan bir şîrâze görevi görmektedir. Zevk ölçütleri evrensel ve değişmez olmayan edebiyatın iyi, kötü gibi kesin çizgileri olmadığı gibi eserler okundukları döneme göre farklı yorumlanabilirler. Edebiyatın değişkenliği gibi şîrâzenin kim tarafından yapıldığı da önemlidir ve değişebilir…

Kaynak:

  • C.Ginzburg, Tahta Gözler: Mesafe Üzerine Dokuz Düşünce (Çev. Aysun Şişik),İstanbul, Metis Yayınları, 2009, s.39
  • ANAR. Türk Edebiyatında Edebiyat Kanonu

Bir yanıt yazın